[Aşağıdaki
yazı, son Mesnevihan (Hz. Mevlana’nın eseri Mesnevi’yi her yönüyle en iyi bilen
kişi) sevgili Hayat Nur Artıran Hanımefendi’nin sohbetlerinden derlenmiştir.]
Kimin gönlüne aşk tohumu düşerse sarmaşık gibi insanın bütün
duygularını sarar, sarmalar. Kimin gönlüne de aşk ateşi düşerse, aşktan gayrı
ne varsa, hepsini yakar yandırır, der aşıklar sultanı Hz. Mevlana…
Aşık olan insanın bütün hayatı sevdiceğine adanmıştır.
Seven insan herşeye sevdiceği ile bakar, onunla görür, onunla konuşur,
hayatındaki herşeyi ona göre ayarlar, çünkü
insanın sevdiği mutluluk, huzur içindeyse seven de ancak o zaman mutlu ve
huzurlu olur.
Gerçek
aşkta seven yoktur sadece sevilen vardır. O nedenle sevenin gözü kör kulağı
sağır olur, derler. Yani seven sevdiğinden gayrı
hiç bir şeyi ne duyar ne görür !
Ortada bir adanmışlık vardır, kişinin kendi yoktur, geriye sadece
sevilen kalmıştır. Aşk sevdiğine teslim olmaktır. Aşk sevdiğini memnun
etmektir.
Onun için
Hz. Mevlana bir Divan-ı Kebir beytinde şöyle der; Aşk, dileği, isteği, yapıp
yapmama arzusunu, iradeyi tümüyle terketmektir. Bu ilahi aşkın değil, bizatihi
aşkın tanımıdır.
Çünkü karşı cinse duyulan beşeri aşk ile Cenab-ı Hakk’a duyulan
ilahi aşk, özü itibari ile aynıdır. Bir kızı veya erkeği sevdiğimizde aslında
biz o yüzün arkasındaki onun yaratıcısını seviyoruzdur çünkü.
Ama bilmeden sadece simaya, surete, şekle takılır kalırız. Aslında
işin hakikatı, bizler sevdiğimizde onu yaratanı görür, onu severiz, onu
yaratana aşık oluruz.
Kamil
insanlar ise, kimi niçin sevdiklerini bildikleri için direk Rabbani aşkın içine
düşerler.
***
Cenab-ı
Allah kainatı yaratmadan önce ruhlar âlemini yaratmıştır. Ruhlar aleminde
dünyadaki geçmiş, şu an yaşayan ve gelecek olan milyarlarca insanın ruhunu,
velhasıl ruhların hepsini bir anda yaratmıştır.
İşte o
zaman Cenab-ı Allah bütün ruhlara hitaben: ‘Elestü bi-Rabbiküm’ (Ben sizin
Rabbiniz değil miyim?) buyurunca; Bütün ruhlar ‘Kâlû: Belâ’ (Evet, Sen bizim
Rabbimizsin) dediler.
Ve hepsi
de birbirine şahit tutuldu.
Mevlânâ Hazretleri “O gün Kâlu Bela’da o sesi duymayan bir kişi
varsa ben imansızım” der. O kadar büyük bir yemindir ki bu.
Demek oluyor ki, o Elest hitabında yaratılan ve yaratılacak herkes
Cenab-ı Hakkın sesini işitmiştir. Yani aslında, biz aşkı ilk defa orda tattık.
“Kıyamet gününde:
“Biz bundan habersizdik” demeyesiniz diye, hani Rabbin, Âdemoğullarından,
onların bellerinden zürriyetlerini çıkarmış ve onları kendilerine şahit
tutarak: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti.) Onlar da: “Evet
(Rabbimizsin) şahit olduk” demişlerdi.”
(Araf suresi, 172. ayet)
Bütün ruhlar coşkuyla, büyük
bir aşkla, Kalu bela (Evet, sen bizim Rabbimizsin) dediler.
Rabbimiz bütün ruhlara maddi, manevi latifelerle donatılmış bu
beden elbisesini giydirdi. Ezelde
kaderi belirlenen ruhlar, vakti geldiğinde imtihan için dünyaya gönderiliyor.
Allah, imtihan gereği nefis ve şeytan denen düşmanları da bize
musallat etti.
İmtihanımız nedir? Hz
Mevlânâ ruhlar aleminde söylediğimiz “bela”, yani Allah’ım seni seviyorum, sana
aşığım, sözünü ispat etmek için imtihan oluyoruz, der.
Dinen Reşit olduğumuzda da imtihanımız başlıyor, ve artık bu
sözümüze sadık kalmalıyız.
İnsani aşk ilişkisinde bile, kuru kuru seni seviyorum
diyen birinin sözü mü daha inandırıcıdır, yoksa mesela bir hediye vererek seni
seviyorum diyenin mi, veya sevgiliyi memnun etmek için sıkıntıya katlanarak
seni seviyorum diyenin mi?
Şu bir gerçek ki; söz ile ifade edilen sevgiden, hâl
ile ortaya koyulan sevgi, saygı elbet çok daha derin ve gerçektir.
Allah’a aşkla söylediğimiz o seni seviyorum sözünü ispat etmek için
dünyadayız.
"AŞK BİR DAVAYA BENZER, CEFA ÇEKMEK DE DAVANIN TANIĞIDIR.
TANIĞI OLMAYAN HER DAVA MUTLAKA KAYBEDİLİR. CEFA, IZDIRAP, KEDER SENİN AŞKININ
TANIKLARIDIR. "
Hz. Mevlânâ, Mesnevi, c.3, 4008
Daha dünya kurulmadan bize dava açıldı. Allah'a olan aşkını ispat
et diye.
Mahşerdeki büyük
mahkemede, Allah'a olan aşkımızın şahitleri, çektiğimiz hastalıklar,
dertler, sıkıntılar, üzüntüler, ve sabrettiğimiz ibadetler, haramlar, günahlar
olacaktır.
Rabbimiz bazı inatçı inanmayanlara hiç hastalık, dert, ızdırap,
sıkıntı vermiyor. Ki, Allah’ı hatırlamasınlar. Firavunun ömrü boyunca başı bile
ağrımamış.
Başımıza
gelen her musibet Allah’tan bize gelen
ilahi mesajlardır. Eğer ki bizler, dert
ve sıkıntılarımızın sevgilimizden geldiğini anlayabilirsek, o zaman bu sıkıntı
ve kederlerimizin içindeki rahmeti fark
eder, dolayısylada sevinç duyar, lütfedilen bu nimete bol bol şükrederiz.
Mecnun Olmak Başkadır Çoook Başka...
Leyla'nın ve Mecnun'un yaşadığı devirlerde bir kıtlık olur.
Anlatılan hikayeye göre Leyla aç insanlara sıcak yemek dağıtmaktadır. Uzun yemek kuyruğuna geçenler arasında Mecnun da vardır.
Anlatılan hikayeye göre Leyla aç insanlara sıcak yemek dağıtmaktadır. Uzun yemek kuyruğuna geçenler arasında Mecnun da vardır.
Fakat sıra Mecnun'a geldiğinde Leyla yemek vermek yerine elindeki
kepçeyi Mecnun'un eline vurur. Mecnun ise bir ödül almış gibi
sevinerek gider ve tekrar sıraya geçer.
Buna bir anlam veremeyen halk Mecnun'a sorar:
- Behey deli oğlan, her seferinde dayak yiyorsun, hâlâ ne diye sıraya geçiyorsun?..
Buna bir anlam veremeyen halk Mecnun'a sorar:
- Behey deli oğlan, her seferinde dayak yiyorsun, hâlâ ne diye sıraya geçiyorsun?..
Mecnun'un verdiği cevap, "neden Mecnun olduğunun" da
cevabıdır aslında...
- Görmüyor musunuz; Yalnız bana vuruyor!...
- Görmüyor musunuz; Yalnız bana vuruyor!...
***
Ruhlar aleminde Allah’ın güzelliğinden bir
parçacık haberdar olan kul, dünyaya geldiğinde hep o güzelliğin hasreti ve arayışı içinde olurmuş. İnsan, o gördüğü
güzelliği bulduğu kişiye de aşık olurmuş. Aslında...
Aslında ezeldeki o elest bezminde her insan
kendi hilkatince farklı bir parça nur
görmüştür, ve çok sevdiğimiz, beşer (insan) değil de; Allah'ın o bir zerrecik
nurunun bir bedende hayat bulmuş haliymiş.
Öyle
olmasaydı herkes aynı kişiye aşık olurdu. Yani, aslında Allah’a aşık oluyoruz.
Bu işin farkında olan Mehmet Akif Ersoy bir dörtlüğünde şöyle der:
“Ezelden âşinânım ben, ezelden hem-zebânımsın;
Berâber
ahde bağlandık, ne olsan yâr-ı cânımsın;
Ne olsam
zerrenim, kalbimde hâlâ çarpar esrârın;
Gel ey
cânân, gel ey can, kalmasın ferdâya dîdârın.”
İnsan, bu
yüzden aşık olduğu kişiden ayrılınca, yıllar geçse de, hatta ömür bitse de, o
insanın yüzünü unutuyor ama yaşadığı o aşkı asla unutamıyor. Çünkü, O nurun
özlemiyle yanıyor.
Çocuklardan
bile duyarız; Henüz kreşe giden çocuk: “Bugün ben ...şu kız/oğlana aşık oldum,
ben büyüyünce onunla evlenecem” der. Yani daha bebekken o özlemin arayışı
başlıyor.
Fakat o huzurdan kovulmuş, en büyük düşmanımız şeytan ve Kurani
ifadeyle Nefs-i Emmare (daima
kötülüğü emreden nefsimiz)
içimizdeki doğuştan gelen o özlem ateşini bastırır ki, arayıpta o özlemin
kaynağına ulaşmayalım.
Nefis ve
Şeytan, çeşitli oyun, hile, nefsani şeylerle bastırır ve insana unutturduğunu
sanır.
Gerçekte
sadece o ateşin üstünü örtmüştür. Bunun nasıl olduğunu kitapta hissedeceksiniz.
***
Aşık olmak günah değildir. Peygamberimiz SAV bir hadiste, bir
kadına aşık olup onu gizleyen ve kimseye söylemeden ölen birinin şehit olacağı
ifade edilir.
Bu nedenle aşık olmak insanın elinde olan bir şey değildir.
Hz.
Mevlana, “Aşk nasip işidir, hesap işi değil. Aşk adayıştır, arayış değil.” der.
“Cenab-ı Allah’ın bir kula en büyük lütfu, keremi ona
Aşk’ı nasip etmesidir.“
Celȃl
Çelik’te,
içindeki bitmeyen özlemin sırrına eren talihlilerden biridir. O sırra, önce
beşeri bir aşk yaşayarak ulaşmıştır ki, kendi tabiriyle ilahi aşkın stajını
yapmıştır.
Beşeri aşkın
ilahi aşka ulaşmaya vesile olması ile ilgili bir menkıbe:
Bir gün bir genç, Hz. Mevlana’nın kapısına gelip; “Beni müridliğe
kabul buyurun efendim” diyerek niyazda bulunur. Hz. Mevlana gence bakar ve “Hiç
aşık oldunuz mu evladım?” diye sual eyler. Genç şaşkın bir halde ne diyeceğini
bilemez.
Hz. Mevlana, müridliğe kabul edilmesi için önce bir kulu sevmiş
olması gerektiği söyler ve genci geri gönderir. Genç ne yapacağını bilemez bir
hal içinde ertesi gün tekrar tekkenin kapısını çalar ve isteğini yeniler. Hz.
Mevlana sualinde ısrarlıdır ve genci tekrar geri gönderir.
Üçüncü gün genç dayanamaz ve Hz. Mevlana’ya bu isteğinin hikmetini
sorar.
Hz. Mevlana mütebessim bir çehreyle müride döner ve:
“Bir kulu dahi sevmekten aciz olan,
Nasıl Yüceler Yücesi
ALLAH’a aşık olmaya yol bulur?
Bir kulun ateşine yanmamış
gönül,
Yüceler Yücesi’nin Aşkını
nasıl bilsin de yansın?
SEV de GEL Evladım, SEV de
GEL …
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder