3 Ocak 2016 Pazar

ÖNSÖZ – TAKDİM



 

 

[Aşağıdaki yazı, son Mesnevihan (Hz. Mevlana’nın eseri Mesnevi’yi her yönüyle en iyi bilen kişi) sevgili Hayat Nur Artıran Hanımefendi’nin sohbetlerinden derlenmiştir.]

 

 

Kimin gönlüne aşk tohumu düşerse sarmaşık gibi insanın bütün duygularını sarar, sarmalar. Kimin gönlüne de aşk ateşi düşerse, aşktan gayrı ne varsa, hepsini yakar yandırır, der aşıklar sultanı Hz. Mevlana… 

 

Aşık olan insanın bütün hayatı sevdiceğine adanmıştır. Seven insan herşeye sevdiceği ile bakar, onunla görür, onunla konuşur, hayatındaki herşeyi ona göre ayarlar, çünkü insanın sevdiği mutluluk, huzur içindeyse seven de ancak o zaman mutlu ve huzurlu  olur.

 

Gerçek aşkta seven yoktur sadece sevilen vardır. O nedenle sevenin gözü kör kulağı sağır olur, derler. Yani seven sevdiğinden gayrı hiç bir şeyi  ne duyar ne görür !

 

Ortada bir adanmışlık vardır, kişinin kendi yoktur, geriye sadece sevilen kalmıştır. Aşk sevdiğine teslim olmaktır. Aşk sevdiğini memnun etmektir.

 

Onun için Hz. Mevlana bir Divan-ı Kebir beytinde şöyle der; Aşk, dileği, isteği, yapıp yapmama arzusunu, iradeyi tümüyle terketmektir. Bu ilahi aşkın değil, bizatihi aşkın tanımıdır.

 

Çünkü karşı cinse duyulan beşeri aşk ile Cenab-ı Hakk’a duyulan ilahi aşk, özü itibari ile aynıdır. Bir kızı veya erkeği sevdiğimizde aslında biz o yüzün arkasındaki onun yaratıcısını seviyoruzdur çünkü.

 

Ama bilmeden sadece simaya, surete, şekle takılır kalırız. Aslında işin hakikatı, bizler sevdiğimizde onu yaratanı görür, onu severiz, onu yaratana aşık oluruz.

 

Kamil insanlar ise, kimi niçin sevdiklerini bildikleri için direk Rabbani aşkın içine düşerler.

 

***

 

Cenab-ı Allah kainatı yaratmadan önce ruhlar âlemini yaratmıştır. Ruhlar aleminde dünyadaki geçmiş, şu an yaşayan ve gelecek olan milyarlarca insanın ruhunu, velhasıl ruhların hepsini bir anda yaratmıştır.

 

İşte o zaman Cenab-ı Allah bütün ruhlara hitaben: ‘Elestü bi-Rabbiküm’ (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) buyurunca; Bütün ruhlar ‘Kâlû: Belâ’ (Evet, Sen bizim Rabbimizsin) dediler.

 

Ve hepsi de birbirine şahit tutuldu.

 

Mevlânâ Hazretleri “O gün Kâlu Bela’da o sesi duymayan bir kişi varsa ben imansızım” der. O kadar büyük bir yemindir ki bu.

 

Demek oluyor ki, o Elest hitabında yaratılan ve yaratılacak herkes Cenab-ı Hakkın sesini işitmiştir. Yani aslında, biz aşkı ilk defa orda tattık.

 

“Kıyamet gününde: “Biz bundan habersizdik” demeyesiniz diye, hani Rabbin, Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkarmış ve onları kendilerine şahit tutarak: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti.) Onlar da: “Evet (Rabbimizsin) şahit olduk” demişlerdi.” (Araf suresi, 172. ayet)

 

Bütün ruhlar coşkuyla, büyük bir aşkla, Kalu bela (Evet, sen bizim Rabbimizsin) dediler.

 

Rabbimiz bütün ruhlara maddi, manevi latifelerle donatılmış bu beden elbisesini giydirdi. Ezelde kaderi belirlenen ruhlar, vakti geldiğinde imtihan için dünyaya gönderiliyor.  

 

Allah, imtihan gereği nefis ve şeytan denen düşmanları da bize musallat etti.

 

İmtihanımız nedir? Hz Mevlânâ ruhlar aleminde söylediğimiz “bela”, yani Allah’ım seni seviyorum, sana aşığım, sözünü ispat etmek için imtihan oluyoruz, der.

 

Dinen Reşit olduğumuzda da imtihanımız başlıyor, ve artık bu sözümüze sadık kalmalıyız.

 

İnsani aşk ilişkisinde bile, kuru kuru seni seviyorum diyen birinin sözü mü daha inandırıcıdır, yoksa mesela bir hediye vererek seni seviyorum diyenin mi, veya sevgiliyi memnun etmek için sıkıntıya katlanarak seni seviyorum diyenin mi? 

 

Şu bir gerçek ki; söz ile ifade edilen sevgiden, hâl ile ortaya koyulan sevgi, saygı elbet çok daha derin ve gerçektir.

 

Allah’a aşkla söylediğimiz o seni seviyorum sözünü ispat etmek için dünyadayız.

 

"AŞK BİR DAVAYA BENZER, CEFA ÇEKMEK DE DAVANIN TANIĞIDIR. TANIĞI OLMAYAN HER DAVA MUTLAKA KAYBEDİLİR. CEFA, IZDIRAP, KEDER SENİN AŞKININ TANIKLARIDIR. "


Hz. Mevlânâ, Mesnevi, c.3, 4008

 

Daha dünya kurulmadan bize dava açıldı. Allah'a olan aşkını ispat et diye.

 

Mahşerdeki büyük mahkemede, Allah'a olan aşkımızın şahitleri, çektiğimiz hastalıklar, dertler, sıkıntılar, üzüntüler, ve sabrettiğimiz ibadetler, haramlar, günahlar olacaktır.

 

Rabbimiz bazı inatçı inanmayanlara hiç hastalık, dert, ızdırap, sıkıntı vermiyor. Ki, Allah’ı hatırlamasınlar. Firavunun ömrü boyunca başı bile ağrımamış.

 

Başımıza gelen her musibet Allah’tan bize  gelen ilahi  mesajlardır. Eğer ki bizler, dert ve sıkıntılarımızın sevgilimizden geldiğini anlayabilirsek, o zaman bu sıkıntı ve  kederlerimizin içindeki rahmeti fark eder, dolayısylada sevinç duyar, lütfedilen bu nimete bol bol şükrederiz.  

 

Mecnun Olmak Başkadır Çoook Başka...


Leyla'nın ve Mecnun'un yaşadığı devirlerde bir kıtlık olur.

Anlatılan hikayeye göre Leyla aç insanlara sıcak yemek dağıtmaktadır. Uzun yemek kuyruğuna geçenler arasında Mecnun da vardır.

 

Fakat sıra Mecnun'a geldiğinde Leyla yemek vermek yerine elindeki kepçeyi Mecnun'un eline vurur. Mecnun ise bir ödül almış gibi sevinerek gider ve tekrar sıraya geçer.

Buna bir anlam veremeyen halk Mecnun'a sorar:
- Behey deli oğlan, her seferinde dayak yiyorsun, hâlâ ne diye sıraya geçiyorsun?..


Mecnun'un verdiği cevap, "neden Mecnun olduğunun" da cevabıdır aslında...

- Görmüyor musunuz; Yalnız bana vuruyor!...


 

***

 

Ruhlar aleminde Allah’ın güzelliğinden bir parçacık haberdar olan kul, dünyaya geldiğinde hep o güzelliğin hasreti ve  arayışı içinde olurmuş. İnsan, o gördüğü güzelliği bulduğu kişiye de aşık olurmuş. Aslında...

 

Aslında ezeldeki o  elest bezminde her insan kendi hilkatince  farklı bir parça nur görmüştür, ve çok sevdiğimiz, beşer (insan) değil de; Allah'ın o bir zerrecik nurunun bir bedende hayat bulmuş haliymiş.

 

Öyle olmasaydı herkes aynı kişiye aşık olurdu. Yani, aslında Allah’a aşık oluyoruz.

 

Bu işin farkında olan Mehmet Akif Ersoy bir dörtlüğünde şöyle der:

 

“Ezelden âşinânım ben, ezelden hem-zebânımsın;

 Berâber ahde bağlandık, ne olsan yâr-ı cânımsın;

 Ne olsam zerrenim, kalbimde hâlâ çarpar esrârın;

 Gel ey cânân, gel ey can, kalmasın ferdâya dîdârın.”

 

İnsan, bu yüzden aşık olduğu kişiden ayrılınca, yıllar geçse de, hatta ömür bitse de, o insanın yüzünü unutuyor ama yaşadığı o aşkı asla unutamıyor. Çünkü, O nurun özlemiyle yanıyor.

 

Çocuklardan bile duyarız; Henüz kreşe giden çocuk: “Bugün ben ...şu kız/oğlana aşık oldum, ben büyüyünce onunla evlenecem” der. Yani daha bebekken o özlemin arayışı başlıyor.  

 

Fakat o huzurdan kovulmuş, en büyük düşmanımız şeytan ve Kurani ifadeyle Nefs-i Emmare (daima kötülüğü emreden nefsimiz) içimizdeki doğuştan gelen o özlem ateşini bastırır ki, arayıpta o özlemin kaynağına ulaşmayalım.

 

Nefis ve Şeytan, çeşitli oyun, hile, nefsani şeylerle bastırır ve insana unutturduğunu sanır.

 

Gerçekte sadece o ateşin üstünü örtmüştür. Bunun nasıl olduğunu kitapta hissedeceksiniz.

 

***

 

Aşık olmak günah değildir. Peygamberimiz SAV bir hadiste, bir kadına aşık olup onu gizleyen ve kimseye söylemeden ölen birinin şehit olacağı ifade edilir.

 

Bu nedenle aşık olmak insanın elinde olan bir şey değildir.

 

Hz. Mevlana, “Aşk nasip işidir, hesap işi değil. Aşk adayıştır, arayış değil.” der.

 

“Cenab-ı Allah’ın bir kula en büyük lütfu, keremi ona Aşk’ı nasip etmesidir.“

 

Celȃl Çelik’te, içindeki bitmeyen özlemin sırrına eren talihlilerden biridir. O sırra, önce beşeri bir aşk yaşayarak ulaşmıştır ki, kendi tabiriyle ilahi aşkın stajını yapmıştır.

 

 


 

Beşeri aşkın ilahi aşka ulaşmaya vesile olması ile ilgili bir menkıbe:

 

Bir gün bir genç, Hz. Mevlana’nın kapısına gelip; “Beni müridliğe kabul buyurun efendim” diyerek niyazda bulunur. Hz. Mevlana gence bakar ve “Hiç aşık oldunuz mu evladım?” diye sual eyler. Genç şaşkın bir halde ne diyeceğini bilemez.

 

Hz. Mevlana, müridliğe kabul edilmesi için önce bir kulu sevmiş olması gerektiği söyler ve genci geri gönderir. Genç ne yapacağını bilemez bir hal içinde ertesi gün tekrar tekkenin kapısını çalar ve isteğini yeniler. Hz. Mevlana sualinde ısrarlıdır ve genci tekrar geri gönderir.

 

Üçüncü gün genç dayanamaz ve Hz. Mevlana’ya bu isteğinin hikmetini sorar.

Hz. Mevlana mütebessim bir çehreyle müride döner ve:

 

“Bir kulu dahi sevmekten aciz olan,

  Nasıl Yüceler Yücesi ALLAH’a aşık olmaya yol bulur?

 

  Bir kulun ateşine yanmamış gönül,

  Yüceler Yücesi’nin Aşkını nasıl bilsin de yansın?

 

  SEV de GEL Evladım, SEV de GEL …

 

 

 

***

 
SONRAKİ BÖLÜM    ---              ---   ÖNCEKİ BÖLÜM

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder