3 Ocak 2016 Pazar

30. BÖLÜM - 30/41




Rahat okunması için kitabı üç kısıma ayırdık; Giriş, Gelişme ve Sonuç.

 

Bu üç kısmı da, kendi içlerinde toplam 41 bölüme böldük.

 

30. Bölüm, Gelişme kısmına aittir ve Gelişme kısmı 17 bölümden oluşmaktadır. (14-30)

 

Bölüm’de yer alan alt başlıklar şunlardır:

 

30. BÖLÜM - 30/41.

30-a) En büyük engellilik nedir sizce?.

30-b) Nedir Bu İmtihan?.

30-c) Ermişlik nedir bilir misiniz?.

30-d) Tekerlekli sandalyede bir engelli nasıl çalışır

30-e) Aklımızı kullanıyor muyuz?.

 

 

Buyrun bu bölümü okumaya başlayalım:

 


 

En büyük engellilik nedir sizce?

 

İlahiyatçı yazar Cemil Tokpınar’a 2008’de bir email göndermiştim. Namaz kıldığımı ve engelli olduğumu da belirtmiştim. Cevabında yazmıştı ki:

 


“En büyük engel Allah’ı tanımamaktır. Ya da yanlış tanımaktır. Celȃl kardeşim sana ne mutlu ki yönünü ahirete çevirmişsin.”

 

Evet, Hiç bir engel, Allah’a kul olmaya engel değildir.

 

Sevgili Hayat Nur Artıran hanımefendi bu konuda şöyle diyor:

 

Efendim, engelsiz olan bir kişi var mıdır? Biz sadece kendimiz kendimizi tam zannediyoruz.

 

Duyduğu nasihatleri duymazdan gelerek anlamayan kulak, sağır değil midir?

 

Şu ayaklar ki, daima madde peşindedir, birgün olsun hakikat peşinde adım atmamıştır, bu insanların ayakları var, yürüyor diyemeyiz.

 

Şu alemde engelsiz olan, birtek Hak aşıkları ve insan-ı kamillerdir.

 

Bir inançlı engelli ki, acizliğinin farkına varıp kulluğa yönelmiş, bunlara engelli denmez.

 

Fakat bütün organlarını hep madde peşinde koşarak kullananlar var ya, işte onlar hepten engellilerdir.

 

Gördüğümüz engellilere acıyacağımıza, kendi halimize acımamız lazımdır.

 

 

Allah’ı bulan neyi kaybeder? O’nu kaybeden neyi bulur ki?

 

Ben engelli değilim. Sadece kısacık dünya hayatında bazı bedeni problemlerim var.

 

Ama bunlar, Allah’a kul olmama asla engel değil.

 

Engelli olan biz miyiz? Yoksa asıl engelli, yaşamanın anlamını çözemeyenler midir?

 

 


 

Kitabın başından beri verdiğim bilgileri kısaca özetlemem sanırım faydalı olacaktır.

 

Çocukluğumuzdan beri duyarız; Burası imtihan dünyası. Dünyada imtihan oluyoruz.

 

Peki neyin imtihanıdır bu?

 

Cenab-ı Allah kainatı yaratmadan önce ruhlar âlemini yaratmıştır. Ruhlar aleminde dünyadaki geçmiş, şu an yaşayan ve gelecek olan milyarlarca insanın ruhunu, velhasıl ruhların hepsini bir anda yaratmıştır.

 

İşte o zaman Cenab-ı Allah bütün ruhlara hitaben: ‘Elestü bi-Rabbiküm’ (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) buyurunca; Bütün ruhlar ‘Kâlû: Belâ’ (Evet, Sen bizim Rabbimizsin) dediler.

 

Ve hepsi de birbirine şahit tutuldu.   (Araf suresi, 172. ayet)

 

Allahu Teala, bütün ruhlara beden elbisesi giydirip bu dünyaya imtihana gönderdi. H. Nur Artıran'ın “Aşk Bir Davaya Benzer” kitabından öğrendiğim bilgileri özetliyorum.

 


Cenab-ı Allah , Madem ki Rabbim sensin, dedin; görelim gerçekten seviyormusun; seni birtakım sıkıntı, bela, hastalıklarla imtihan edeceğim. Bakalım sabredip şükredecek misin?

 

Şu bir gerçek ki; söz ile ifade edilen sevgiden, hâl ile ortaya koyulan sevgi, saygı elbet çok daha derin ve gerçektir.

 

Allah’a aşkla söylediğimiz o seni seviyorum sözünü ispat etmek için dünyadayız.

 

Bu Freidreich Ataksisi ve Şeker hastalığım Allah'a olan aşkımın tanıklarıdır.

 

Fakat şunu da bilmek gerekir ki, Cenab-ı Allah’ın imtihan yoluyla bizleri denemesine, bilmesine hiç ihtiyaç yok. Yüce Yaratıcı yarattığı kulun ne olduğunu daha ruhlar alemindeyken bilir.

 

İmtihan, biz aciz kullar için gerekli. O, sadece hiç kimseye haksızlık yapılmadığını anlamamızı, görmemizi, bilmemizi ister.

 

 


 

Ermişliğin özü, içinde bulunulan anı (şimdiyi) tümüyle kabul etmek ve olmakta olanla bütünleşmektir.

 

Bir ermiş, olan olayın, durumların farklı olmasını istemez. O, olan olayın yada durumun olması gerektiği icin olduğunu, hayra olduğunu, kaçınılmaz olduğunu bilir.

 

Ermiş kaçınılmaz olanla, an'da gerçekleşen her olayla dostça geçinir ve bunun için ıstırap çekmez. Acıyı tanır , bilir ama acı onun dengesini bozmaz, onu yıkıma uğratmaz.

 

Elinden geleni yapar ve olayları akışına bırakır. Bunu başaran her can ermişlik yolundadır.

 

Hz. Mevlana; 

"Tanrı kitabı sensin, bütün mucizeler sende gizli. Dışarıda arama, kendine bak, kendini bul...!"

 

Hz. Muhyiddin İbn-i Arabi; 

"Deve iğne deliğinden geçerken göz görür ama akıl inkar eder, mümkün değil der...!"

 

Ersal Özkan

 

 


 

Belki aklınıza takılmıştır. “Celȃl tekerlekli sandalyedeydi. Peki işyerine nasıl gidip geliyordu. Yemek, tuvalet, çay ihtiyacı olmaz mı?” Haklısınız, anlatayım.

 

Şirketimizin Ar-Ge kısmı, 2005’te Sincan’dan Bilkent’e taşınınca Yaman bey “Celal için her kolaylığı yapın” talimatını vermiş olmalı ki, tekerlekli sandalyede muhtaç bir engelli, emekli olana kadar altı sene Bilkent’te çalışabildi.

 

Şirketimiz aracımızın akaryakıt masrafını karşıladı. İşyerinde patronumuz Yaman Tunaoğlu beyin ricasıyla, -fabrikada olduğu gibi Bilkent’te de- temizlik görevlileri benimle ilgilenirdi.

 

Yemekhaneye götürür ve yemeğimi alırdı. Günde iki kez tuvalete götürür, lazımlık ördekle işettirirdi. Ayrıca işyerinde çayımı mutfak görevlileri verirdi.

 

Ben her ikisine de maaş alınca biraz harçlık verirdim. Allah razı olsun.

 

Tekerlekli sandalyede çalışmak için, bana işyerinde her tür kolaylığı sağlayan değerli patronumuz Yaman Tunaoğlu Bey’e çok teşekkür ederim.

 

İkimizin kaderde, dünya hayatımızda yollarını kesiştiren Allah’a binlerce hamdolsun.

 

Önce herşey için Allah’a sonsuz şükürler olsun. Bana 40 yıldır öf bile demeden bakan anne-babamdan ve hoşgörülü desteği için Yaman bey’den Allah razı olsun.

 

Bazen yeni tanıştığımız birileri, beni sorduklarında, babam diyor ki:

 

“Sonradan rahatsızlandı. Doktorlar ‘Hiç çalışamaz, götür evine yatsın’ dediler. Allah’a şükür onaltı yıl çalıştı, emekli oldu. Ben onun özel şoförüyüm.” der.

 

Allah ondan binlerce kez razı olsun. Uzun ömür versin. Seni çok seviyorum babacım.

 


Komşumuz Efkan hocamın ısrarlı tavsiyeleriyle babam balkondan sokak kaldırımına uzanan bir demir köprü yaptırdı.

 

Arabayı sokağa park edince, eve tekerlekli sandalyeyle bu köprüden geçerek giriş yapıyoruz. Yani eve balkondan giriyoruz.

 

Babam tam bir pratik türk zekasına sahiptir. Yatağımdan banyodaki klozete, önünde ve arkasında yaslancak yer olmayan, sadece yan kolları olan, minik tekerlekleri olan sandalye ile götürüyor.

 

Ayrıca kafasında projeyi oluşturup, klozetin üzerine motorlu bir sistem yaptı.

 

Göğsüme taktığı kemer ile tavandan makaralı halatla beni ayağa kaldırıyor. Pantolonumu falan çekiyor.

 

Sabahları da banyoya getiriyor. Klozetin üzerinde kurduğu bu vinç sistemi ile beni kaldırıyor. Sonra oradan tekerlekli sandalyeme oturtuyor.

 


Hareketsizlikten doksan kilo civarındayım. Bu sistemi iyi ki yaptı. Yoksa beni taşıyamazdı.

 

Geçenlerde yurt dışında yaşayan bir gurbetçi akrabamız babama dedi ki: “İsa abi, sen bunu nasıl yaptın Allah aşkına? Avrupa’da tüm hastanelerde bu sistem var.”  Pratik türk zekası işte...

 

Eminim bu vinç sistemini gören engelli yakınları yaptırmak isteyecektir. Ki bir dostumun engelli kardeşiyle beraber yalnız yaşayan annesi çok zorlanıyormuş.

 

Babam aynı vinç sistemini onların klozeti üzerine de kurdu. Teyzeyi görseniz nasıl dualar ediyor babama. Yıllarca beli ağrımış kaldırmaktan.

 

Babam insanları sevindirmekten müthiş keyif alıyor...

 

***

 

Engelli nasıl çalışır konusundan bahsedince evde uyguladığımız kolaylıklar aklıma geldi. Yine bir yazıda şöyle anlatmıştım:

 

 


 

Facebook’da gördüm. Yirmibeş farklı ayette Cenab-ı Hak insanı uyarıyordu. Hala aklınızı kullanmayacak mısınız? Aklınızı çalıştırmayacak mısınız? Gibi…

 

Burada hocalarımız diyor ki; Allah insanları cehenneme düşmemeleri için merhametinden uyarıyor, aklınızı kullanın, günahı terkedin, ibadet edin, demek istiyor. Fakat, …

 

Fakat aklınızı kullanın emrini insanın lehine her iş için uygulamalıyız. Aksi takdirde Allah, ben sana akıl verdim, neden kullanmadın, neden düşünmedin, diye sorar.

 

Ben yatalak engelliyim, annem babamın birçok şeye artık gücü yetmiyor. Allah Kuran’da; “Biz insana güç yetiremeyeceğinden fazlasını yüklemeyiz…” (Bakara suresi, 286.ayet) ayetince şöyle düşündüm.

 

Demek ki biz bu yükü kaldırabiliriz ki Allah hastalığımı ilerletiyor. Allah aklımızı kullanıp kolaylıkları bulmamızı istiyor. Bu yazıda aklımızı kullanarak bulduğumuz sadece birkaç kolaylığı yazmak istiyorum.

 

Benim hastalığım ortaya çıktığı 1993’ten beri sürekli ilerliyor. 2000 yılında babam odamdan tuvalete giderken tutmam için duvarlara boru döşetti. Tutarak yürüyebiliyordum.

 

Klozet üzerine, otururken dengemi kaybedip düşmemem için boş bir geniş sandalye iskeleti koydu. Yıllar geçtikçe klozete oturunca artık ayağa kalkıp pantolonumu sıyıramadım.

 

Yıllarca kucaklayıp kaldırdı. Sonra kilo aldığım için gücü yetmedi.

 

Babam sonunda klozet üzerine bir vinç sistemi tasarladı. Göğsüme bağladığı kemerli vinç sistemiyle beni kaldırdı. Hala bu sistemi kullanıyoruz.

 

Giriş katta oturuyoruz. Fakat az merdiven var. Hastalığım ilerleyince ayaklarımı hiç basamaz oldum. Kilo aldığımdan babam kucağında da götüremezdi.

 

Çok sevdiğim komşumuz, dostum Efkan Vural hocam, babama balkondan sokağa uzanan bir demir köprü yaptırmasını ısrarla teşvik etti. Yedi yıldır eve balkondan giriyoruz. (2014)

 


Kıl dönmesi ameliyatı da olduğumdan, sadece yemek yerken babam yatakta oturur pozisyonuma getiriyor. Yatağın altına giren hasta masamda yemeğimi kendim yiyorum.

 

Genelde hep yattığım için bilgisayarı nasıl kullanabilirim diye düşündüm. Geçen yıl bir laptop rahlesi yaptırmıştık. 45 derece eğik rahleyi karnımın üzerine koyup laptoptan yazılarımı yazıyordum.

 


Fakat yazıları yazarken kollarımı yukarı kaldırmaktan çok ağrıyordu. Daha iyi bir çözüm bulmalıydım. Bu kitabı yazıyorum çünkü.

 

Bir AVM’nin bilişim reyonunda kablosuz klavye-fare setini gördüm. Laptopu hasta masasının üzerine koyacaktım. Fakat klavyeyi göbeğim üzerinde nasıl sabit tutacaktım, aklımı çalıştırdım.

 

Babama mukavva karton aldırdım. Babacığım üçgen şekilde kartonu katlayıp yapıştırdı. Evde halılar için olan çift yönlü yapışan bantla klavyeyi kartona yapıştırdı.

 

Kullanılmayan eni geniş olan bel kemeri ile de, o kartonu göbeğimin üzerinde sabitledik elhamdülillah. Evet bütün bunları aklımıza getiren Allah’a hamdolsun… 

 


Aklımızı sürekli kullanmalıyız. Kullanılmayan demirin paslanması gibi kullanılmayan akıl da paslanır. Alzeimer oluruz. Alzeimer olan yaşlıların büyük çoğunluğu ibadetten uzak insanlardır.

 

İbadet edenlerde çok az görülüyor. Çünkü dindar insanların beyni NAMAZda sürekli çalışıyor.

 

Fatihayı okuyunca Kuran’dan ezberinden bir ayet okuyorlar. Rüku, secdede zikirleri, sonra bir de hangi rekatta olduklarını sayıyorlar… Böylece akıl sürekli çalışıyor.  

 

Hem gençliğinde NAMAZ kılanın yaşlılığında sağlık problemi olmuyor. Romatizma, eklem ağrısı, VS…

 


Allah hepimizi namazımızı hakkıyla kılan salih kullarından eylesin.       

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder