3 Ocak 2016 Pazar

36. BÖLÜM - 36/41



 

Rahat okunması için kitabı üç kısıma ayırdık; Giriş, Gelişme ve Sonuç.

 

Bu üç kısmı da, kendi içlerinde toplam 41 bölüme böldük.

 

36. Bölüm, Sonuç kısmına aittir ve Sonuç kısmı 11 bölümden oluşmaktadır. (31-41)

 

Bölüm’de yer alan alt başlıklar şunlardır:

 

36. BÖLÜM - 36/41.

36-a) Neşet Ertaş’ın Gönül’ü.

36-b) Kimdi bu Gönül?.

36-c) Neredesin Sen Türküsünün Hikayesi

36-d) Sevgisiz nefes alamam..

36-e) Zan.

36-f) Sevgiyi artıran şey.

36-g) Babama takılanlara anlattığım hikaye.

 

 

Buyrun bu bölümü okumaya başlayalım:



 

Ben emekli olalı güne radyo dinleyerek başlıyorum. 25 Eylül 2012’de yine her sabah olduğu gibi kalbi güzel, samimi, sevgi dolu radyocu Erkan Koç'un programını dinlemeye başladım.

 
Radyo 7 programcısı Erkan Koç



Ki emekli olmadan işyerimde de her sabah kulaklıkla dinlerdim ve bazen çaldığı şarkılarla kimse görmeden ağlardım. Aslında çalışma hayatından sayesinde zevk aldım.

 

O sabah, Seçtiği güzel müziklerle çayımı yudumlarken, üzücü haberi paylaştı, büyük ozan Neşet Ertaş'ı kaybettik dedi, ilk ondan duydum ve çok üzüldüm herkes gibi...

 

Erkan Koç Radyo 7’deki programına Neşet Ertaş'ı tanıyan bir çok ünlü ismi aldı.

 

Fatih Kısaparmak bağlandığında bir cümle söyledi, gün boyu beynimde o söz yankılandı.

 

"Size bir ipucu. Neşet Ertaş'ın hemen hemen her türküsünde "Gönül" sözü geçer" dedi.

 

Gerçekten de “Gönül” kelimesinin Ertaş’ın şahsi lügatinde çok özel bir yeri var. O adeta, tıpkı Yunus gibi, Hacı Bektaş-i Veli gibi kendisini ”gönüller yapmaya” adamış biri...

 

‘Gönül’ün geçmediği türküsü yok dense yeri...

 


Akşam boş kalınca bunu araştırayım, dedim. Hemen her haber sitesinde kısaca hayatını anlatmışlar.

 

Bir haber sitesinde rahmetlinin kendi ağzından hayatını şiir şeklinde anlattığı şiirdeki bir dörtlük dikkatimi çekti.

 

O zaman babamdan öğrendim sazı

Engin gönül ile Hakk’a niyazı

O yaşımda yaktı bir ahu gözü

Mecnun gibi çölde kaldın dediler

 

 


 

Ben naçizane şöyle bir tahminde bulundum. Neşet baba çocukken bir kıza aşık olur. Kız da ona aşık olur. Bu aşk yaşanırken kız -nedenini bilemiyorum- vefat eder.

 

Ve Neşet babanın o gönül sızısı bir ömür geçmez ve bize muhteşem türküler olarak yansır.

 

Evet türkülerinde anlattığına göre ceylan gözlü, kaşı keman, kirpiği yay gibi, burnu fındık, ağzı kahve fincanı, tatlı dilli, güler yüzlü bir acem kızıdır.

 

Ve acizane o kızın isminin "Gönül" olduğunu düşünmekteyim.

 

Şu dörtlükten de aşıkların henüz onbeş yaşından küçük olduklarını anlıyorum:

 

Kar mı yağmış yüce dağlar başına 

Merhamet eylemez gözlerimin yaşına 

Daha değmemiştim on beş yaşına 

Vurdu felek kırdı kollarımı dalından 

Nerelere gidem arz edeyim halimden

 

İnşallah Neşet Ertaş şimdi o sevdiğiyle cennet bahçesinde buluşmuştur.






Neşet Ertaş 1938 - 2012

O Gece, namazda onun için ağlayarak dua ettim.

 

 


 

Hatırlarsanız kitabın başlarındaki bir bölümde Neşet Ertaş’tan radyoda bir türkü dinlemiştim ve o türkünün hikayesini anlatacağım, demiştim.

 

İşte yeri geldi.

 

Büyük usta bir röportajında Neredesin Sen türküsünün hikayesini şöyle anlatır:

 

''1960’lı yıllarda TRT sanatçılarıyla Almanya’ya gitmiştim. Otomobilim vardı ama ne ehliyetim vardı, ne de kullanmayı biliyordum. Bazıları dönünce mecburen ben kullandım otomobili. Dönüşte kaza yaptık.

 

Beni cezaevine koydular. Üç ay hapis yattım. Kağıt, kalem de vermiyorlardı. Bu türkünün sözlerini sigara kağıtlarının üzerine kibrit çöpünün barutlu kısmını tükürükle ıslatarak yazdım.''

 


NEREDESİN SEN TÜRKÜSÜ SÖZLERİ

 

Şu Garip Halimden Bilen İşveli Nazlım

Göynüm Hep Seni Arıyor Neredesin Sen

Tatlı Dillim Güler Yüzlüm Ey Ceylan Gözlüm

Göynüm Hep Seni Arıyor Neredesin Sen

 

Ben Ağlarsam Ağlayıp Gülersem Gülen

Bütün Dertlerimi Anlayıp Göynümü Bilen

Sanki Kalbimi Bilerek Yüzüme Gülen

Göynüm Hep Seni Arıyor Neredesin Sen

 

Sinemde Gizli Yaramı Kimse Bilmiyor

Hiçbir Tabip Yarama Merhem Olmuyor

Boynu Bükük Bir Garibim Yüzüm Gülmüyor

Göynüm Hep Seni Arıyor Neredesin Sen

 

Anlatmıştım, ben hastanede bir gece sevdiğim kız Gönül’ü düşünerek şiir yazmıştım.

 

Bence Neşet Ertaş o türküyü hapishanede, 15 yaşında kaybettiği çocukluk aşkı Gönül’ü düşünerek yapmıştır.

 

 


 

Sevgi bir gıdadır.  Aynen yemek, içmek gibi...

Yıllar geçtikçe, insan yaşlandıkça sevgiye daha çok ihtiyaç duyuyor.

 

Nasıl ki yemek yemezsek ölürsek, sevgi gıdamızı da almazsak zamanla ruhen ölürüz.

 

Hapishanelerde yapılan bir araştırmada, büyük suç işleyenlerin geneli sevgisiz ortamda büyüyenlermiş.

 

Boşanmış anne babaların ilgisiz ve sevgisiz büyüyen çocukları ya da yetimhanelerde büyüyen başıboş çocuklar…

 

Yani sevgi gıdasını almadan büyüyenler… Sevgi bu dünyanın yaratılış hamurunun mayasıdır.

 


Kalbimde öyle bir sevgi var  ki, yaratılan herşeyi seviyorum. Herşeyin güzel tarafını görüyorum.

 

Bana, ama o şöyle şöyle yaptı dediklerinde, kendimce bir bahane buluyor ve yok o yapmaz yanlış duymuşsunuz veya hata yapmış Allah inşallah affeder, diyorum.

 

Bir büyük der ya: “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen de hayatından lezzet alır.“

 

Bendeniz herkesi öyle seviyorum ki, gönlümde herkesin oturabileceği bir sandalye vardır.

 

Kalbinde nefret, kin olanlar öncelikle kendilerine zulmediyorlar da farkında değillerdir.

 

 

Bir lise öğretmeni bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur:

 

- "Bir hayat deneyimine katılmak istermisiniz?" Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler.

 

- "O zaman" der öğretmen. "Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin." Öğrenciler bunu da yaparlar.

 

- "Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!"

 

Öğrenciler, bu işten pek birşey anlamamışlardır. Ama ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen:

 

- "Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun."

 

Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine "Peki şimdi ne olacak?" der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar:

 

- "Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız.

 

Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde hep yanınızda olacaklar."

 

Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar:

 

- "Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor."

 

- "Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık. Hem sıkıldık, hem yorulduk?"

 


Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:

 

- "Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz. ...

 

Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.”  

 

 

Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak için affedici olmak gerekir. Çünkü Allah Gafur, Afüvv’dür.

 

Affetmemek, Allah’ım sen de beni affetme demek olmuyor mu?

 

 


 

Zan, önyargıyla birinin olumlu veya olumsuz birşey yaptığı vesvesesine kapılmaktır.

 

Biz düşüncelerimizi kontrol altına almalı, Her zaman olumlu düşünmeliyiz, Hüsn-ü zan ibadettir, der Efendimiz SAV çünkü…

 

* "İnsan ne ararsa zannında bulur, biz hüsn-ü zanna memuruz." 

(İhramcızâde İsmail HakkıToprak) 

 

Güzel gönüllü yazar Ersal Özkan hocam der ki;

 

“Kişi olumlu tutum ve düşüncelere sahipse, zorluklarla uğraşmayı seviyor ve onların üstesinden gelmekten zevk alıyorsa, başarının yarısı gerçekleşmiş sayılır. Olumsuz düşünme ise umudu kırar, yaşamdan zevk almayı engeller.

 

Olumlu düşünme, iyimser olma öğrenilebilir bir durumdur ve bunu herkes öğrenebilir. Bunun için ; olmak istediğiniz kişiliğe uygun konuşun ve davranın.

 

Olumlu ve başarılı düşünceleri aklınızdan çıkarmayın. Etrafınıza gülücükler saçın. Çevrenizdeki insanlara güven ve umut verin. Karşılaştığınız her insana dünyadaki en önemli insan oymuş gibi davranın.

 

Onun kendisini önemli hissetmesini sağlayın. Herkesin iyi taraflarını görmeye çalışın. Pireyi deve yapmayın. İyiliksever olun.

 

Olumlu düşündüğümüzde güzel şeyler üretiriz. Sorun çıkaran değil sorun çözen oluruz. Sonuçta da mutlu bir insan oluruz. ”

 

Bir olay hakkında peşin hükümle kötü düşünmek, yani sû-i zann hem bizi huzursuz eder, hem de sevaplarımızı yakabilen çok müthiş bir günahtır.

 

* "Çağımızın en tehlikeli hastalığı kanser değil, sû-i zann'dır!"  (Hayat Nur Artıran)

 


Kanser fani ömrümüzü bitirir, ama sû-i zann ederek ebedi hayatımızı tehlikeye atarız.

 

İçimizden üç türlü ses duyarız. İkisini dinlemeyelim, çünkü bu ikisi suizanna kapı açar, biz sadece birine uyalım.

 

Birincisi, şeytani seslerdir. Şu içkiyi iç ya nolacak, veya harama bakmaya teşvik eden yani günaha davet eden vesveselerdir.

 

İkincisi, nefsani seslerdir. Boşver yat uyu, şunu on kilo yesem doymam, okulu asalım parklarda gezelim, gibi zevklere davet eden nefsani vesveselerdir.

 

Üçüncüsü, Rahmani seslerdir. Hadi gözünü aç, namazı erteleme, Allah fakiri kapına göndermiş, sadaka ver gibi sevaba davet eden Rahmani ilhamlardır.

 

İlk ikisinin vesveselerine kulak asmayalım, tasdiklemeyelim fakat üçüncüsüne uymaya çalışalım.

 

İçimizden gelen bu üç tür sesin kaynağını iyi tespit edip, ona göre karar verelim.

 

Nefis ve Şeytan aslında tekdir. Onun için Efendimiz SAV buyurur ki:

 


“Cihadın en büyüğü nefisle yapılandır.”

“Senin en büyük düşmanın, senin içinde bulunan (senden hiç ayrılmayan) nefsindir”

 

 


 

Zaten hepimizin bildiği şu hadis üzerinde düşünelim mi?

 

Ebu Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 

"Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!"

 

(Müslim, îman 93-94. Ayrıca bk.Tirmizî, Et'ime 45, Kıyamet 56; İbni Mace, Mukaddime 9, Edeb 11)

 

Sevgili Peygamberimiz, İslam'a göre her işin başı ve ahiretin yegane geçer akçesi olan iman ile sevgi arasındaki bağı en çarpıcı biçimde bu hadisinde dile getirmiş bulunmaktadır.

 

Konunun ehemmiyetine binaen yemin ederek söze başlamış ve önce kesin bir gerçeği, imansız cennete girilemeyeceğini haber vermiştir.

 

Sonra da cennete girebilmenin vazgeçilmez şartı olan imanı elde edebilmek için mü'minlerin birbirlerini sevmeleri gerektiğini, aynı kesinlikle ve aynı açıklıkla bildirmiştir:

 

"Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız!"

 

Bundan şu sonuç çıkmaktadır: İman, nasıl cennete girebilmenin, vazgeçilmez şartı ise, mü'minleri sevmek de tam ve kamil bir imana sahip olabilmenin biricik şartıdır.

 

Mü'min, kendisiyle aynı imanı paylaşan herkesi, ırkına, rengine, yurduna ve diline bakmaksızın sevecek, onlara karşı muhabbet ve sorumluluk duyacaktır.

 

Müslümanları, tasa ve kıvançlarını paylaşma, dertlerini dert edinme seviyesinde sevgi ve ilgiye layık bulmanın tabiî sonucu onlarla selamlaşamaz hale gelmemektir.

 

Selam, müslümanlar arasında oluşacak sıcak ilgi ve alakanın mukaddimesidir.

 


Müslümanlar selam ile tanışır, bilişir ve sevişirler. Onları aynı inanç çizgisinde birleştiren, bir anda kalbî duygularla birbirlerine bağlı olduklarını hissettiren sihirli kelime selamdır.

 

Sevgili Peygamberimiz SAV, sadece tesbit ve teşhis ile kalmaz, mutlaka tedavî yollarını da müslümanlara gösterir. Bu hadîs-i şerîfte de onun böyle bir uygulamasını görmekteyiz.

 

Müslümanlar arası ilişkilerin sevgi düzeyine çıkarılabilmesi için nereden başlanması gerektiğini, "Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi, aranızda selamı yayınız!" sözleriyle ortaya koymuş bulunmaktadır.

 

Artık sonuç belli, vasıta belli, o vasıtayı elde edebilmek için gereken sermaye (sevgi) belli, o sermayeye ulaşmak için atılacak ilk adım da bellidir. Ötesi müslümanlara kalmıştır.

 

Cennet-iman-sevgi-selam irtibatı, konumuz olan sevginin önem ve yerini göstermesi bakımından başkaca hiçbir söze ihtiyaç bırakmayacak kadar açıktır.

 

***

 

Evet muhabbetimizi artırmak için sevdiğim dostlarımla söze hep selamlaşarak başlarım. Ama benim selamım hep terstir. Yani sabahları iyi akşamlar derim, akşamları günaydın…

 

Böyle selamlaşmayı duyanlar biran duraksıyor, şaşırıyor sonra gülümsüyor ve aynıyla karşılık veriyorlar.

 

Aslında maksadım, dünyayı geniş bir açıdan tefekkür etmelerini sağlamaktır.

 

Akşam akşam neden günaydın dedin, diyenlere şöyle derim; Şu an Ankara’da akşam ama Japonya’da kahvaltı yapıyorlar. 

 

Dünya haritasını hayalen düşün. Sibirya’da eksi elli derecede, Somali’de açlık çekerek, İsveç’te çok zengin ama hayatın anlamını bulamayıp hergün intiharı düşünerek, … vs.

 

Evet böyle yaşayan kimselerden değiliz çok şükür. Allah bize doğruyu da aratmadı. Hindistan’da öküze tapan, Çin’de Buda heykeline tapan bahtsız birileri de olabilirdik.

 

Müslümanlığın kalesi Türkiye’nin başkentinde sağlıklı bir müslümansın, haline çok şükret…   

 

Yazıyı Yunus Emre hazretlerinin dörtlükleriyle bitiriyoruz:

 

Ben gelmedim dava için,

Benim işim sevgi için

Dost'un evi gönüllerdir,

Gönüller yapmağa geldim

 

***

 

Gelin tanış olalım,

İşi kolay kılalım,

Sevelim sevilelim,

Dünya kimseye kalmaz

 

Allah bizleri sevgisiz bırakmasın...

 

 


 

Babam, emekli olduktan sonra Ankara’da beni tekerlekli sandalyemle herhafta cumaya götürüyor.

 

Bazı hacı amcalar babamı beş vakit namaz camide göremeyişlerini esprili dille eleştiriyorlar.

 

Bir gün Cuma namazına erken gittik, mahallemizin camisinin avlusunda onlara şunu anlattım, birşey söyleyemediler. Artık babamı eleştirmek biryana hep yardıma koştular.

 

Son Mesnevihan kıymetli Hayat Nur Artıran hanımefendinin “Herkes Seni Terk Etse, Aşk Terk Etmez” isimli eserinde okuduğum ibadet ile ilgili bazı tespitlerini onlara anlattım.

 

Nur hanım kitabında, ibadetleri sadece şekli olarak yapmayı yeterli bulmak çok büyük bir kayıptır, dedi.

 

Yani hocamız namazımızı samimi bir kalple, huşu ile kılalım demek istiyor...

"Namazlarını hûşu ile kılan müminler kurtuluşa ermişlerdir." (Mü'minun suresi, 1. ayet)

 

Nur hocamız ibadetlerimizi sadece belirli kalıplar içinde sınırlamak da yanlış olur. Çünkü temiz ve güzel olan her türlü hal ve davranışlarımız Hakk yanında ibadet yerine geçer, dedi.

 

Nur hanım kitabında, bu konuda Ebu’l-Hasan Harakani Hazretlerinin (962-1033) kitabından bir menkıbe paylaştı ki, onlara bu hikayeyi anlattığımda birşey söylemeden düşünceye daldılar…

 

***

 

"Hak dostu iki kardeş vardı. Her gece sırayla annelerinin hizmetiyle uğraşır, diğeri Allah'a  ibâdet ederdi.

 

Bir akşam, Allah'a  ibâdet eden kardeş, yaptığı ibâdetten, Allah’a olan aşkı ile vecde geldi, duyduğu hazdan dolayı çok memnun oldu.

 

Bu sebepten ertesi gün kardeşine; "Bu gece de anneme sen hizmet et, ben ibâdete devam edeyim." dedi. Kardeşi kabûl etti.

 

İbâdet ederken secdede uyuya kaldı ve o anda bir rüyâ gördü.

 

Rüyâsında bir ses ona; "Yeter artık gözyaşın kulum kalk, Annene hizmet eden kardeşini affettik, seni de onun hâtırı için bağışladık." deyince, genç;

 

"Ben, Allah'a  ibâdet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni, onun yaptığı amel yüzünden bağışlıyorsunuz. Hikmeti ne ola ki" dedi.

 

Ses ona; "Evet, senin yaptığın ibâdetlere bizim hiç ihtiyâcımız yok. Fakat kardeşinin annene yaptığı hizmetlere, annenin ihtiyâcı vardı." dedi."

 

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder