3 Ocak 2016 Pazar

29. BÖLÜM - 29/41



 
Rahat okunması için kitabı üç kısıma ayırdık; Giriş, Gelişme ve Sonuç.

 

Bu üç kısmı da, kendi içlerinde toplam 41 bölüme böldük.

 

29. Bölüm, Gelişme kısmına aittir ve Gelişme kısmı 17 bölümden oluşmaktadır. (14-30)

 

Bölüm’de yer alan alt başlıklar şunlardır:

 

29. BÖLÜM - 29/41.

29-a) Ey sonsuz merhamet sahibi

29-b) Vitrindeki Ayakkabı

29-c) İki  yüzlü kumaş.

29-d) Engelleri SİZ kaldırabilirsiniz.

29-e) Allah’ın ilk emri : Oku !

29-f) Bu kitabı yazmamı Allah ilham etti

 

 

Buyrun bu bölümü okumaya başlayalım:

 


 

Teşbihte hata olmazmış. Mesela, bir ilköğretim birinci sınıfında bütün öğrenciler sağlıklı ve sevimlidir. Yalnız öğrencinin birisi tekerlekli sandalyede engellidir.

 

Hepsi saf ve günahsız yavrucaklardır.

 

Öğretmen bu sınıfta bir yazılı sınav yapsa, herhalde sınav esnasında bütün öğrencilerine yardım eder. Fakat şevkat ve merhametinden en çok o engelli öğrencisine yol gösterir.

 

Allah merhametlilerin en merhametlisidir. İşin püf noktası, o engelli diye yazılı yapmadan sınıf geçirmez. Allah engelliyiz diye bizi sabır ve şükürle sınamadan cennetine almaz.

 

Benim gibi tekerlekli sandalyedeki engelliler Allah’ın özel seçtiği kullardır. Çokca kitap okuyup kendimizi sürekli geliştirmeliyiz.

 

Kuran okumasını ve manasını öğrenip, dini konuları, hadisleri güzelce kavrayarak, çevremizdeki insanlara örnek olmalıyız.

 

Sağlıklı insanlar bizlerle konuştuğu zaman acımak yerine ibret almalılar.

 

Aslında bence, Allah'ın engellileri yaratmasındaki hikmet, sır işte budur.

 

 


 

Siz ayaklarınızı kullanıp yürüyorsunuz, ben tekerlekli sandalyemi kullanarak.

 

Ama sonuçta aynı yere gidebiliyoruz. Bizlerin sağlıklı insanlardan tek farkımız bazı şeyleri yavaş yapmamızdır.

 

Bizim insanlardan tek bir beklentimiz var: Normal biri gibi davranılmak… 

 

ENGELLİ BİR İNSANA NASIL DAVRANMALIYIZ. ( 7 Altın kural )

 

 1.) Engelli bir insanın eli-kolu olmasa dahi, elinizi uzatarak selam verin. Engelli kişi size nasıl davranacağını bilir.

 

 2.) Yardım etmeden önce yardım isteyip istemediğini sorun. İstek olmadan yardım etmeye kalkmayın.

 

 3.) Kendinize göre yardım etmeye kalkmayın. Engelli kişinin sizi yönlendirmesine fırsat verin.

 

 4.) Engelli kişi karşısında aşırı dikkatli olmaya kalkışmayın. Diğer insanlarla nasıl konuşuyorsanız, onlarla da öyle konuşun.

 

 Acıyarak yaklaşmayın. Engelli insanlar sadece birtakım engellere sahip, mutsuz ya da hasta değiller.

 


 5.) Kelimeleri dikkatle, vurgulayarak, yüksek sesle bağırıp çağırarak konuşmayın. Bedensel engelli bir kişinin duyma sorunu yoktur. Tane tane konuşarak onun bir zeka sorunu olduğunu ima eder tarzda konuşmayın.

 

 6.) Kibarlık yapacağım diye günlük konuşmanızın dışına çıkmayın. Örneğin tekerlekli sandalyedeki engelliye, “Nereye gidiyorsun?” ya da görme engelli birine, “Görüşmek üzere” demenizin bir sakıncası yok.

 

 7.) Zihinsel engelli bir insana asla acıyarak veya yaptığı davaranışlardan dolayı bir komedi filmi izler gibi gülerek insanlık dışı bir davranış içine girmeyin.Sevgi kokan hafif bir tebessüm yeter hissettirmeye

 

Engellilere yaklaşımın nasıl olması gerektiğini gösteren harika bir hikaye şöyledir:

 

***

 

Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu seyretmekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan,spor ayakkabılara rağbet fazlaydı.

 

Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir dükkân için yeterliydi.

 

Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle...

 

Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu.

 


Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkândan dışarı fırlayıp "Küçüüük!" diye seslendi."

 

Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir hârika!" Çocuk, ona dönerek: "Gerçekten çok güzeller!" diye tebessüm etti, "Ama benim bir bacağım doğuştan eksik".

 

"Bence önemli değil!" diye atıldı adam. "Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki! Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı veya vicdanı."

 

Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü: "Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi." 

 

Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp "Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?" "Çok basit!" dedi, adam.

 

"Eğer vicdan yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orada tüm eksikler tamamlanacak. Hâttâ sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükâfat görecekler..."

 

Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi.  Adam, vitrine işâret ederek: "Baktığın ayakkabı, sana yakışır!" dedi. "Denemek ister misin?"

 

Çocuk, başını yanlara sallayıp "Üzerinde 30 lira yazıyor" dedi, "Almam mümkün değil ki!" "İndirim sezonunu senin için biraz öne alırım!" dedi adam,

 

"Bu durumda 20 liraya düşer. Zâten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder." Çocuk biraz düşünüp "Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!" dedi, "Onu kim alacak ki?"

 

"Amma yaptın ha!" diye güldü adam. "Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım." Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. 

 

Adam, devam ederek: "Üstelik de öğrencisin değil mi?" diye sordu. "İkiye gidiyorum!" diye atıldı çocuk, "Üçe geçtim sayılır."

 

"Tamam işte!" dedi adam. "5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zâten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!"

 

Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkâna girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı.

 

Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek "Benim satış işlemim bitti!" dedi,

 

"Sen de bana, bunu satsan memnun olurum." "Şaka mı yapıyorsunuz?" diye kekeledi çocuk, "Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?"

 

"Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş..." dedi adam, "Antika eşyalardan haberin yok her hâlde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder."

 

Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları üzerinden atabilmiş değildi. Mutlaka bir rûyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rûya. 

 

Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kâğıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek: "Bana göre 20 lira yeterli." dedi.

 

"İndirim mevsimini başlattınız ya!" Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu.

 

Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu.

 

Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip: "Babam haklıymış!" dedi.

 

"Sakat olduğum için üzülmeme hiç gerek yok! demişti."

 

 



 

Olumsuz bilinen neye baktımsa bir yönünde olumluluk, olumlu bilinen her neyi gördümse bir yönünde olumsuzluk gizli idi.

 

Anladım ki yeryüzü saflık mekanı değil, karıştırma mekanı.. olumlu ve olumsuz birarada duruyor. İyinin içinde kötü, kötünün içinde iyi gizli..!

 

Her şey iki yüzlü kumaş gibi; bir yüzü tevazu, bir yüzü kibir. Bir yüzü iman, bir yüzü küfür...!

 

Anladım ki yeryüzünde salt iyi ya da salt kötü yok, her biri diğerinde gizli.

 

İnanmayan kendine baksın diyor dedem Hz. Mevlana; yarımız hayvan yarımız melek...! Hesaba sığmaz temiz nur topraktan gelenle bir güzel uyuşmuş.

 

Gerçi ateş ile su biraraya gelmez ama mühim bir iş nedeniyle birarada duruyor.

 

Ersal Özkan

 

 


 

Bakın yine Henry Ford hayat karşısında karşımıza çıkan engeller konusunda ne diyor:

 

İnsanların yaptıkları en büyük keşiflerden biri -ve tadına varacakları en önemli sürprizlerden biri- yapamayacaklarını düşündükleri bir işi başarabileceklerini anlamalarıdır...

 

Kafamızı çarptığımız ve kaygı duyduğumuz en büyük engelleri oraya biz kendimiz koymuşuzdur ve o engelleri kaldıracak tek kişi yine kendimizizdir...

 

***

 

Bütün engeller arasında adeta bulaşıcı diyebileceğimiz üç engel çok önemlidir.

Bunlardan birincisi, dikkatimizin ya da ilgimizin dağılmasıdır.

 

Kendimize birtakım hedefler belirleriz, ama bu hedefleri gerçekleştirecek zamanı bir türlü bulamaz, bunun yerine boş ve anlamsız işlerle uğraşırız.

 

***

 

İkinci önemli engel ise, kendi kendimize yarın her şeyin daha iyi olacağını söylememizdir.
Bir işe yarın ya da öbür gün başlarsak her şeyin daha iyi olacağına kendimizi inandırırız.

 

...

 

Üçüncü engel ise en kötüsüdür.

Kendimize olan inancımızı yitiririz.

Yeterli olmadığımızı düşünmeye başlarız.

Her olumsuz eleştiriye kulak verir, hatalarımıza odaklanırız.

Beklentilerimizi azaltırız.

 

***
Yazar Ersal Özkan

 

Bu engelleri, gördüğünüz gibi, kendi kendimize oluştururuz.

Bu sebeple de, bu engellerin üstesinden yalnızca kendimiz gelebiliriz.

 

Kim, hangi işi bir denemeden tam ve doğru olarak yapabilir?

Ben böyle birini tanımıyorum.

Ya siz?

 

Şimdi!

Hadi kabuğunuzu kırın ve gerçeğin dışarı çıkmasına izin verin. 

Zihnin rahatsız edici acı, arzu, korku, hırs v.b tüm bağlarını koparın , kabuk kendini kıracaktır.

 

Bütün ihtiyacınız olan gerçeğin kaynağının SİZ olduğunuzu bilmenizdir.

Yaşadığınız her olayın, durumun sebebi zihininizdir.

 

Gerçek. Gerçek ise zihnin ötesindedir.

Her neyi arzu yada korku ile düşünürseniz onu hayatınıza çekip yasayacaksınız.

O duruma arzusuzca yada korkusuzca bakın varlığını kaybedecektir.

 

Unutmayın haz ve acı geçicidir.

Onları dikkate almamak onlarla uğraşmaktan daha basittir.

 

***

 

Yeryüzünde diken ve çalıların her birini şikayet bil, şikayet gör..,

İşi kavradın, hakikati anladınsa dikenlikten değil, çayırdan yürü dedi hayat....

 

Her şikayet başka bir şikayete hamiledir....!

Çalılardan şikayet, şikayet edende doğan başka tür bir dikendir..!

 

"Hiç bir şeyi abes yaratmadım" diyeni duy da işin hikmetini seyret...!

Yeryüzünde gördüğün çalılar sana aynadır, sana seni gösterir.

 

Önce kendindeki çalıyı sök, sonra gördüklerine bir daha bak ve didişmekle değişmeyenin mucize değişimini gör...!

 

Yel değirmenleriyle savaşmak; galip gelemeyeceğin bir didişmeyle ömrü tüketmek değil de nedir ki...?

 

Her cengâvere bir yel değirmeni sunarlar elbet...!

Hep onu görür, onu düşünür hale gelir de savaş ilahı olduğunu farketmez bile...!

 

Artık onun duası da, niyazı da şikayet kutusuna konulmuş olur....!

Ne diyelim, böylesi de lazım, bunun da bir görevi var...!

 

Bize bizi göstermek için bu tür ayna da gerekli...!

 

Bakıp ibret alan kurtuluş yolunu görür, ibret alamayan da kendisi bir başkasına ibret olur....!

 

Seçim seçenin

 

Ersal Özkan

 

 


 

Kitapta Efkan hocamın beni ısrarla yazmaya teşvik ettiğini söylemiştim. Bir akşam bizde çay sohbeti esnasında Efkan hocamla beraber yazdığım emailleri okuduk.

 

Çok beğendi ve benden ısrarla hayata dair kısa yazılar yazmamı istedi.

 


Evet ben de aslında yazı kabiliyeti varmış ama herhalde bir teşvik gerekiyormuş. Bu kitabı yazmamda Efkan Vural hocamın payı büyüktür.

 

Efkan hocamla beraber internette bir email grubu kurduk. Yazdığım yazıları orada yayınladık. Efkan hocam yazılarımın güzelleşmesi için çok kitap okumamı istedi.

 

Yüzlerce kitap okudum. Hala her ay babama bir iki kitap sipariş ederim.

 

Allah’ın indirdiği ilk ayet “İkra” dır, yani “Oku! Rabbinin adıyla oku!” dur.

 

Tabi okumanın gayesi, ‘Oku, düşün, uygula, neticelendir’ olmalıdır.   

 

 


 

Allah emanete ehil olanın kalbine kitaplara yazılabilenin dışında özel bilgi ilham eder...

 

Emaneti almada ehil olmak ile emaneti ehline vermekte ehil olmak her zaman aynı olmaz.

 

Emaneti ehline vermeye ehil olmayan, emaneti verenin ilahlığına değil, kendi ilahlığına dair açık çağrıda bulunur.

 

Böylece hem kendine, hem de duyanlara zarar vermiş olur.

 

Hz. Muhyiddin İbn-i Arabi;

"Acıktığı, hastalandığı ve hacet giderdiği halde, Firavundan başka “ben Allah’ım” sözünü söyleyen birini tanımıyorum" der. (Aklı başında bu sözü sarfedenin kimliğini düşün..!)

 

Oysa emanet, emaneti verene teslim edilmelidir. Hz. Muhyiddin İbn-i Arabi:

 

"Allaha geri verilecek emanet, seni emanetçisi yaptığı bilgilerdir.

 

Bu bilgi havas'ın dışındakilere açıklanırsa hakkın kulağı ile dinleyemeyecekleri için sapıtırlar. Emaneti veren hangi kulaktan duyuyorsa o kulağa fısıldanır." , der.

 

Emanete ihanetin ucu, emaneti verene yani Allah'a uzanır. O halde emanete ihanet Allah'a ihanettir...

 

Ersal Özkan

 

Rahmetli çok büyük bir islam alimi:

 

“Böyle dehşetli bir asırda,

insanın en büyük meselesi,

imanını kurtarmak ya da kaybetmek davasıdır.” , der.

 

Evet, dünyaya birkez geliyoruz, dolayısıyla sonsuz gençlik ve zevk diyarı cenneti kazanmamız için, o kabire imanlı girmek gerekiyor ve başka bir fırsat da verilmeyecek.

 

İşte acizane kendime bir görev edindim. Ben imanı nasıl elde ettiğimi anlatayım da gençlere bir rehber olsun, dedim.

 

Çünkü ben üniversite yıllarımda bu kitap gibi kitap aradım. Aşkı, dini anlatsın, hikayeler olsun, espriler olsun, akıcı olsun.

 

Bana verilen kitapları 20-30 sayfa okuyup bırakıyordum.

 

Bu kitabı gençler birbirine verip okusun, kendilerine dersler çıkarıp imanları güçlensin diye Allah’ın izni ve yardımıyla yazıyorum, Elhamdülillah.

 



Ve inanın yazmayı bir türlü bırakamıyorum elhamdülillah …

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder