3 Ocak 2016 Pazar

39. BÖLÜM - 39/41


39. BÖLÜM - 39/41

 

Rahat okunması için kitabı üç kısıma ayırdık; Giriş, Gelişme ve Sonuç.

 

Bu üç kısmı da, kendi içlerinde toplam 41 bölüme böldük.

 

39. Bölüm, Sonuç kısmına aittir ve Sonuç kısmı 11 bölümden oluşmaktadır. (31-41)

 

Bölüm’de yer alan alt başlıklar şunlardır:

 

39. BÖLÜM - 39/41.

39-a) Neden şehitlik istiyorum?.

39-b) Azrail’in Güzelliği

39-c) Baba ve On Evladı

39-d) Kıssa: Toplanan taşlar aslında neymiş?.

 

 

Buyrun bu bölümü okumaya başlayalım:

 


 

Benim namazlarımın ardından ettiğim birinci duam şudur:

 

“Allah’ım anneme ve babama sağlıklı, hayırlı uzun ömür ver, beni onlardan başka bir sebebe muhtaç etme. Allah’ım bana yaşamında, ölümünde hayırlısını ver, bana şehit olmayı ve hüsn-ü hatime (güzel bir son) nasip et ve beni salihlere kat”

 

En az bin kez ettiğim duadır. Allah’ın bu duamı kabul ettiğini umuyorum.

 

Bakalım beni nasıl bir “The end” bekliyor. Neden şehitlik mi istiyorum?

Celal amcamın kabri 1955 - 1970
 

Çünkü amel defterim açılmadan ve hesaba çekilmeden cennete gitmek istiyorum.

 

Defterim açılırsa, ömrümün hesabını vermekten korkuyorum. Şehitler bigayrihisab (hesapsız) cennete giderler.

 

Son on yılım dışında, epey namaz borcum var. Olan ibadetlerim ise, yüzüme mi çarpılır bilmiyorum. Defterim açılırsa sorulan sorulara cevap veremem, Allah’a mahcup olurum. 

 

Neden Kuran okumadın, neden sürekli TV, internet, maç... boşa zaman geçirdin, neden, neden, neden... ???

 

Nasıl olsa ölmeyecek miyiz? Dünya birgün bize de elinin tersiyle dışarı! demeyecek mi?

 

Dünyadaki ömrümüzün her saniyesinden ve sahip olduğumuz nimetlerin her zerresinden hesaba çekilmeyecek miyiz?

 

İnşallah ben de şehitler zümresine dahil olurum da hesapsız cennete gidenlerden olurum.

 

Tabi şunu da hiç unutmuyorum. Kul hakkı ile ötelere gitmemek lazım. Allah şehitlerin namaz, oruç gibi kulluk borçlarını affediyor ama kul hakkı şehitlerden bile kalkmıyor.

 

“Allahü teâlâdan, ihlâsla şehitlik isteyen, yatağında ölse de şehit olur.” (Hadis: Müslim)

 

Bakalım beni nasıl bir hatime bekliyor.

 

 


 

Şehitlik ve ölümden bahsedinde her okuyuşumda gözlerimin dolduğu bir hikayeyi paylaşmak istiyorum: 

 

Rahmetli Onk. Dr. Halûk Nurbaki'den (1924-1997) gerçek bir hatıra.. 

 

Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptim.

 

Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum:  




Onk. Dr. Halûk Nurbaki'den (1924-1997)



 


Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine ragmen, bazi formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı.

 

Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm.

 

Ancak Serap'in da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu.

 

Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra bir ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim.

 

Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış.

 

Dönüşünden kısa bir süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu.

 

Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:

--''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.''

 

-- ''Niçin?" diye sordum.

 

--"Siz... dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH 'ı, ölümü, ahireti
anlatmıyorsunuz?"

 

Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildigim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:

 

--"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."

 

Konusmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladi.

 

Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yani sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler "hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü.

 

Anlattığım iman hakikatlerini bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu. Vefatına bir hafta kala: --"Doktor bey'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?"

 

--"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i Sahadet sana uzun gelir. O anı fark edince ''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter."

 

O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim.

 

Dönüşümde annesi telefon ederek: --"Serap, bir haftadir morfin yaptırmıyor." Dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor."

 

Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasinin sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum.

 

"Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanir ve son nefeste "Muhammed"
diyemezsem?.

 

İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti.

 

Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'in acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair bir işaret sezdim.

 

Ertesi gün O'na: --"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin."

 

Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu: --"Doktor bey... Azrail bana nasıl görünecek?"

 

--"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir."

 


Salı günü Serap'in ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim. Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı.

 

Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:

 

-"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti:

 

--Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı.

 

Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:

 

--"Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!.

 

Tüm inanan müslüman kardeşlerimize ve şuan bu yazıyı okuyan bütün kardeşlerimize, RABBİM son nefeslerinde Kelime-i Şehadet getirmeyi nasip etsin. (Amin)

 

 


 

Bir yazıda, o 2014 yazında yeğenimle yaptığım sohbetten bahsetmiştim.

 

Hergün yattığım yerde uzun uzun gözyaşıyla dua ederek namaz kıldığımı gören oniki yaşındaki yeğenim İrem bana sordu;

 

İREM: Amca, neden sürekli ağlayarak namaz kılıyorsun?

 

BEN: Verdiği nimetlere teşekkür edip, Allah’ın rızasını kazanmak için İrem.

 



İREM: Amca Allah’ın rızası ne demek?

 

BEN: Yani Allah’ın sevgisini kazanmak için İrem.

 

İREM: Namaz kılanlar Allah’ın sevgisini kazanırlar yani, öyle mi amca?

 

BEN: Evet öyle ama bir de şu var ki; Allah’ın sevgisini, ihlas ve samimiyetle kılanlar gerçekten kazanırlar.

 

İREM: Amca kafam karıştı.

BEN: İrem, sana bunu bir örnekle anlatayım bak, daha iyi anlarsın.

İREM: Tamam amca dinliyorum.

 

BEN: Bir baba düşün, on tane oğlu var, tamam mı?

İREM: Tamam.

 

BEN: On çocuğunun hepsini büyütüyor, okutuyor, iş sahibi yapıyor, evlendiriyor ve hepsi çeşitli vilayetlere gidip çalışıyorlar, çocukları oluyor ve kendilerine bir düzen kuruyorlar.

 

İREM: Hani biz de ŞanlıUrfa’dayız ya, onun gibi amca dimi?

BEN: Evet, Şimdi en önemli kısımdayız. Bu on evladın dört tanesi hayırsız çıkıyor. Ana babalarını ne arıyor, ne soruyor, ne ilgileniyor, adeta yok kabul ediyorlar.

 

İREM: Ben asla anne, babamı bırakmayacağım, Evlensem de beraber otururuz amca.

 

Gülümsedim ve devam ettim.

BEN: Diğer altı evlat aralarında sözleşiyorlar, ihtiyacı olmasa da babalarını memnun etmek için, her ay babalarının hesabına bir miktar para yatırıyorlar.

 

BEN: Bu altı oğlundan üç tanesi, hergün defalarca babasını telefonla arayıp hal hatır soruyorlar. Diğer üç oğlu ise sadece haftada bir arayıp kısa bir hal hatır soruyorlar.

 

BEN: İrem şimdi esas kritik noktaya geldik. On oğlundan dördü babasıyla igiyi kesti, Altısının da üçü hergün, üçü de haftada bir gün babasını arıyordu ya…

 

Babasını hergün defalarca arayan üç oğlundan sadece birtanesi, samimiyetle sohbet ediyor. 

 

BEN: Diğer ikisi; Nasılsın baba, inşallah iyisindir, kendine iyi bak, gibi sözlerle sohbet ederken,

 

O, babacığım nasılsın, ilaçlarını içtin mi, üstünü sıkı giyin, üşütürsün, anneciğime selam söyle, haydi ellerinden öperim babacığım, Allah’a emanet olun, gibi içten konuşuyor.

 

İREM: Amca örneği anladım şimdi, hergün defalarca babasını arayan üç oğlu, beş vakit namazını kılanlar dimi?

 

BEN: Doğru İrem, babasıyla içten konuşan ise, ihlasla namazını kılanlara örnektir.

İREM: Yani amca, namaz Allah’la konuşmak mı oluyor?

 

BEN: Bir bakıma İrem öyledir. Tâbiûndan bir zat diyor ki: 'Kur'an okuyan bir kimse, ben Allah ile konuştum derse yalan söylemiş olmaz.'

 

BEN: İstersen konu fazla dağılmadan örneğin manasını ben sana özetleyeyim:

 

BEN: On oğlundan dört tanesi babasıyla ilgiyi kesti ya, onlar Allah’a inanmayan ateist ve kafirlere örnektir.

 

BEN: Altısı babayı memnun etmek için çabalıyor, yani bunlar Allah’a iman eden kullardır.

 

BEN: O altının üç tanesi babasını haftada bir arıyor, bunlar imanlı olmasına rağmen sadece Cuma namazına gitmeyi yeterli görenlerdir.

 

BEN: Diğer üçü söylediğin gibi beş vakit namaz kılanlardır.

En sonuncusu ise samimiyetle, ihlasla namazını kılanlardır.

 

BEN: Şimdi o baba, bu on evladın altısını da sever, dimi? Bu altının üçünü ise hergün aradığı için daha çok sever.

 

BEN: Fakat İrem, Allah en çok kimi sever?

İREM: Tabi ki hergün tatlı diliyle arayanı sever. Yani ihlasla namazını kılanları, değil mi, amcacım?

 

BEN: Tamam işte akıllı İrem’im, anladın mı şimdi, benim neden gözyaşıyla namaz kıldığımı?

 

İREM: Anladım amcacım, daha samimi olmak için ve sonuçta Allah’ın seni sevmesi için…

 


Yazıya yorum yapmaya sanırım gerek yok.

 

Bu yazıyı sevgili ilahiyatçı Din Kültürü öğretmeni dostum Efkan Vural hocama okuttum ve onay aldım:

 

Celȃl, teşbihte hata olmazmış derler, güzel bir benzetme olmuş. Yayınlayabilirsin, etkileyici güzel bir yazı olmuş, dedi.

 

 


 

Ben sabah ve akşam dua ediyorum; Ayet-el Kürsi, Felak, Nas, ve boş kalınca salavat okuyorum. Oturduğum yerde ve yatarak namaz kılıyorum. Namaz kılmayan bir tanıdık şöyle dedi:

 


Dudakların kıpır kıpır, ne okuyorsun, hem sen bence namaz kılma, nolacak ki yattığın yerde vıdı vıdı okuyup selam veriyorsun, boşver kılma. Sure okuyunca ne oluyor ki?

 

Ona şu cevabı verdim, sonra bir kıssa anlattım.

 

Abi, senin migrenin var dimi, dedim. Evet, dedi. Başın ağrıyınca napıyorsun abi, dedim. Ağrı kesici ilaç alıyorum, ne alakası var şimdi, dedi.

 

Abi, ilaç içince noluyor ki, senle ben aynıyız, hem sen o ilacın içindekileri biliyor musun, ilaç midende çözülüp hangi hücreye gideceğini biliyor mu? Sen ilaç içiyorsun, ben içmiyorum, aynıyız be abi, dedim. 

 

Düşünceye daldı, devam ettim. Abi, biz namaz kılınca da bişeyler oluyor. İlacın vücuduna neler yaptığını bilmiyorsun, aynen onun gibi namaz kılıp sure okuyunca da birşeyler oluyor.

 

Namazın dünya ve ahirette çok faydaları var. Allah Kuran’da, namaz kötülükten ve fuhşiyattan korur, diyor. Namaz kılan hem dünyada huzurludur, hem de cennetteki derecesi yüksektir inşallah.

 

Anne karnındaki bebek düşünebilse; Allah, bize el, ayak, ağız, göz, kulak gibi organları neden vermişki, bir işe yaramıyor, işte ne güzel bu kordonla göbeğimden besleniyorum, der.

 

İşte bunun gibi abi, bizlerde okuduğumuz sure ve duaların faydasını ahirette göreceğiz inşallah.

 

Sonra o abiye başlıkta ismi geçen şu kıssayı anlatıp dedim ki:

 

Zülkarneyn aleyhisselam emrindeki ordusu ile beraber birgün bir mağaradan geçecekler. Zülkayneyn AS o mağarayı önceden bildiği için mağaraya girmeden askerlerine diyor ki:

 

“Meşaleleri söndürün. Mağaradan geçerken toplayabildiğiniz kadar taş toplayın. Unutmayın meşale yakmak ve geri dönmek yasak” diye emredip uyarıyor.

 

Daha sonra askerler kendi aralarında konuşuyorlar:

 

1-Ya biz taşı napacağız ki, falan deyip kimisi hiç taş toplamıyor.

 

2-Kimisi ben bu komutanı seviyorum, emrine itaat etmem gerek diyerek toplayabildiği kadar taş topluyor.

 

3-Bazısı da komutanımız kızabilir, şimdi çıkışta soracak diye en azından birkaç taş toplayayım, diyor.

 

Mağaranın çıkışına geldiklerinde Zülkarneyn AS askerlerine şunu diyor:

 

“Şimdi herkes topladığı taşları torbasından çıkarıp önüne döksün”

 

Bir de baktılar ki, o taş diye topladıkları altın, elmas, mücevherlermiş. ...

 

 

Aynı şekilde bizim dünyada yaptığımız ibadetlerimiz de öyledir, abi.

Fakat imtihanın gereği, Rabbimiz o mükafatları bize burda göstermiyor...

 

Abi, sen sanırım birincisisin, değil mi; Acizane ben ise, Allah’ı sevdiğimi göstermek için NAMAZ KIL emrine itaat ediyorum. İkincisiyim yüzbinlerce hamdolsun, dedim.  

 

***

 

Aslında her insan, hiçbir şey yapmadan da ibadet etmiş gibi sevap kazanıyor. FAKAT,...  

 

İbadetin tanımında şu var; Allah’ın yap dediğini yapmak, yapma dediğini ise yapmamak... Yani insan, içki içmeyerek, yalan söylemeyerek, harama bakmayarak, vs... aslında durduğu yerde sevap kazanıyor.

 

Bendenizin penceresinden bakarsak, her insanın bir boş bidonu var. Allah’ın yapma emrine peki deyip, Yapmadığımız günahlar ile bidonumuzu sevaplarla doldururken, yap emrini dinlemeyerek, uymadıklarımız ile de, bidonun dibinde delik açılıp, boşalıyor.

 

Demek istediğim şu ki, çevremde pekçok insan Yapma! emrine uyuyor ve oturduğu yerde sevap kazanıp bidonunu dolduruyor. Fakat ezanı duyup namaz kılmayınca, Yap! emrini dinlemediği için bidonu boşalıyor.

 

Dünyaya dalmayalım. Her nefis ölümü tadacaktır, hakikatini unutmayalım. Lokantaya oturunca kalkarken hesabı ödüyoruz. Bu dünya sofrasında sayısız nimet hesapsız olur mu?

 

Kabirde imandan sonra ilk sorgu NAMAZdan olacakmış. Daha ölmedik, gelin şu an içinde bulunduğumuz vaktin namazını kılarak namaza başlama kararı verelim.

 

​​

Eğer namaza ilk defa başlayacaksanız, şeytan bıraktırmak için çok vesvese verir.

 

O yüzden, Bir müddet, 40 gün sadece NAMAZLARIN FARZINI kılın.

 

Zaten bir süre sonra alışacak ve daha huşuyla kılacaksınız.

Ve daha fazla kılmak isteyeceksiniz.

İşte o zaman sünnetleriyle birlikte kılmaya başlayın.

 

Ve NAMAZI hiç bırakmayın inşallah.

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder