3 Ocak 2016 Pazar

27. BÖLÜM - 27/41



 

Rahat okunması için kitabı üç kısıma ayırdık; Giriş, Gelişme ve Sonuç.

 

Bu üç kısmı da, kendi içlerinde toplam 41 bölüme böldük.

 

27. Bölüm, Gelişme kısmına aittir ve Gelişme kısmı 17 bölümden oluşmaktadır. (14-30)

 

Bölüm’de yer alan alt başlıklar şunlardır:

 

27. BÖLÜM - 27/41.

27-a) Düşüncelerimizde Gizlenen Esrarlı Kuvvet

27-b) Osmanlı’da Stresin Çözümünün Beş Temel Esası

27-c) "Bu da geçer Ya Hû !!!".

27-d) Namazın Bedenȋ, Ruhȋ, Ahlȃkȋ Faydaları

27-e) “Yüzün nurlandı”.

27-f) Allah tek bir an bizi bıraksa , herşey o an biter

 

 

Buyrun bu bölümü okumaya başlayalım:

 


 

Efendim bu başlık, son Mesnevihan (Hz. Mevlana’nın eseri Mesnevi’yi her yönüyle en iyi bilen kişi) sevgili Hayat Nur Artıran Hanımefendi’nin “Aşk Bir Davaya Benzer” isimli kitabındaki bir bölümün adıdır.

 

Evet bu yazıda çok çok önem arzeden “Düşünce” den bahsedeceğiz. Yazıda sevgili H. Nur Hanımın kitabından çokca alıntılar yaptığımız için bu başlığı tercih ettik.

 


Şimdi Nur Hanımın kitabındaki Düşünce bölümünün girişi şöyle başlıyor:

 

DÜŞÜNCELERİMİZDE GİZLENEN ESRARLI KUVVET

 

“Aslında insanın aradığı her şey, her şekil, her suret sadece düşüncelerden meydana gelir.

O nedenle, iyi, güzel şeylerden başka bir şey düşünme!

Çünkü düşünce, suret dokumasının ipliğidir.”

 

“Beden topraktan yaratılmıştır. Düşünceler tohum gibidir,

ne ekersen onu biçersin.”   Hz. Mevlana

 

Maddi manevi tüm yaşantımızı yönlendiren, bizleri mutlu, mutsuz, başarılı, başarısız, kul veya sultan eden, insani, hayvani cümle duyguların merkezinde sadece düşünceler vardır.

 

İnsanı bir anda Arş-ı Ala’ya çıkaran düşünce, aynı hızla esfel-i safiline de düşürebilir. Kainatta var olan her şey, külli ve cüzi düşüncenin yeryüzüne yansıyan farklı görüntüleridir.

 

Hz. Mevlana, Mesnevi’de, “Ey insan sen bir düşünceden ibaretsin. Gerisi et, kemik, kıldır” der. Fakat burada sözü edilen düşünce de salt faydasız, kuru bir düşünce değildir.

 

Çünkü hayvanların da kendine göre bir düşünce mekanizması vardır. Onlarda akıl ve düşünceleri sayesinde bu alemde yaşarlar. Muhyiddin Arabi Hazretleri “İnsan konuşan hayvandır” der.

 

Bu çerçeveden bakıldığında, insanı hayvandan ayıran tek şey, sadece hüsn-ü zandır. Yani tümüyle Rabbani olan pozitif düşünce.

 

Çünkü düşünce vardır rahmani, düşünce vardır hayvani…İnsandaki sesi, sözü kıymetli ve özel kılan, o sözleri meydana getiren, güzel düşüncelerdir.

 

“Ey insan, sen bir düşünceden ibaretsin. Gerisi et, kemik, kıldır.” Beyitindeki asıl maksat da güzel bir düşünceyle doğmayan her şeyin hayvanlık vasfı olduğudur.

 

Zaten arz ettiğimiz beyitin devamında, “Eğer düşüncen gül ise sen gül bahçesisin. Diken ise ateşe atılacak odun gibisin. Eğer gülsuyu gibi latifsen, hoş kokuyorsan, insanlar seni başlarına, yanaklarına sürerler. Eğer pis kokuyorsan seni dışarı atarlar.”

 

Ayrıca bu beyitlerden düşüncelerimizin hoş veya nahoş kokulara sahip olduğu da çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır.

 

Bildiğin üzere Peygamber Efendimiz (sav), bir hadis-i şeriflerinde, “Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi” diye buyurmuştur. Bunlardan biri güzel kokudur.

 

(Peygamber Efendimiz SAV -Veysel Karani- Yemen taraflarından bana güzel kokular geliyor, demiştir.)

 

Kitapta olan bu yazıyı Word’e aktararak bana yardımcı olan dostum İbrahim Oğuz’a çok teşekkür ederim. Üstelik çalışan tek kası başparmağı ile tek tek harflere tıklayarak yazdı. Allah razı olsun.

 

Kafamıza gelen düşünceler üç çeşitti. Rahmani, nefsani, şeytani…

 

Rahmani düşünceler insana ferahlık verir, kendini iyi hissettirir. Mesela, şu hasta komşuma bir hediye alıp gideyim moral vereyim, gibi içimizden gelen sesler rahmanidir.

 

En mühimi şeytani düşüncelerdir ki, insanı huzursuz eder, sıkıntı verir ve olumsuz, negatif düşünmeye sevk eder, neticede büyük günah su-i zanna düşürür.

 


BU KONUDA BİR ANIM:

 

Ben emekli olmadan önce bir sabah babam tekerlekli sandalyede yine işe getirdi. Babam sandalyeyi iterken hergünkü gibi iş arkadaşlarıma selam verdim.

 

Çok sevdiğim bir arkadaşım bana bakmadı, suratı asık gibiydi. O gün akşama kadar türlü şeytani düşünceler sıkıntı verdi, negatif düşündürdü.

 

Dün ben ona, ne kadar çok kahve içiyorsun, demiştim. Kesin bana küstü, tavır aldı, gibi sui zan ettim.

 

Biliyorsunuz şeytanın amacı suizanna düşürüp sevaplarımızı eritmek ve özellikle eş ve dostların muhabbetini, sevgisini azaltmaktı…

 

Eğer vaktiniz varsa Sui Zan’la ilgili yazımızı tekrar okuyunuz:

 


 

Sonunda akşama doğru arkadaşın odasına gittim, izin almış, çıkmış. Tabi sabaha kadar yine negatif düşüncelerle boğuştum.

 

Sabah güleryüzle selamımı aldı ve mukabele etti. Ben dünkü tavrını sordum. İnan görmedim, dedi.

 

Dün dişim çok ağrıyordu, bende kulaklıkla klasik müzik dinleyerek ağrıyı unutmaya çalışıyordum. Öğlen de izin aldım, dişçiye gittim dostum, dedi.

 

(Helallik almazsak mahşerde Cenab-ı Allah kazandığımız sevapların bir kısmını alıp suizan ettiğimiz insana verecek. Suizan kul hakkıdır çünkü.)

 

İLLA ZİKİR

 

Sevgili değerli bilge kamil insan, Mevlevi Hayat Nur Artıran Hanımefendi bir TV’de sohbetinde bu konudan şöyle bahsetti:

 

“İzleyenlerden gelen bir soruda izleyici içten gelen seslerden sordu ve çözüm istedi. Nur hocam, İçimizden gelen bizi huzursuz ve mutsuz eden sesler şeytanidir, çünkü rahmani olan  sesler, asla  insanı mutsuz etmez, bilakis insana huzur ve sükunet verir, dedi.

 

Bunlar şeytani vesveselerdir ve arı sürüsüne benzer. Kaçtıkça kovalarlar. Arı sürüsünden kurtulmanın yolu suya dalmaktır. Arılar suya giremezler.

 

Tasavvufta suyun manası zikirdir. Vesveseden kurtulmanın çaresi Allah’ı zikretmektir. İlla ZİKİR, ZİKİR, ZİKİR... Ayette Rabbimizin dediği gibi:

 

“Eğer şeytandan gelen bir vesvese seni dürterse hemen Allah’a sığın. Çünkü O, her şeyi işitir, her şeyi mükemmel tarzda bilir.” (Fussilet suresi, 36. ayet)

 

Zikir sadece ele tesbih alıp Allah Allah Allah ... demek değildir. Zikir, anmak, hatırlamak demektir.

 

Namaz zikirdir, Kuran okumak, dua etmek, dini kitap okumak, dini sohbet dinlemek, hatta dini film izlemekte zikirdir.

 

Maksat  şer olan cümle işlerden ayrılıp hayra, dolayısıyla huzura yönelmektir. Yani, iyi, güzel, doğru, hayırlı olan cümle işlerimiz bir zikirdir.. ”

 

ŞEYTANIN AMACI:

 

Evet, şeytan insanı huzursuz ederek ibadetten uzaklaştırmak için vesvese verir. Vesvese, önem verilmediğinde kaybolur. Sabun köpüğü gibi sönüverir.

 

Fakat bunların şeytandan olduğunu bilmediğimiz zaman, sanki aklımıza gelen düşüncelerin, hayalimize gelen ebepdışı resimlerin irademizle oluştuğunu sandığımız vakit problem başlıyor.

 

O düşüncelerin şeytanın fısıltıları olduğunu bilemediğimizde, sanki hakikatmış gibi kalbimiz rahatsız olur ve kurgu senaryoları üretiriz, ortada hiç birşey yokken büyüttükçe büyütürüz. 

 

Vesvese hastalığına yakalanmamak için ise tedbirli olmalıyız. 

 

İşin ilk önlemi, bilmektir. Vesveselerin kaynağı şeytandır. Şeytanın amacı insanı huzursuz edip bıktırmaktır ki, ibadetten uzaklaşsınlar. Bilen vesvese etmez. 

 


Bazen de vesveseler günlük hayatımızda dostlarımız hakkında gelir. Şeytanın amacı sevgiye muhabbete zarar vermektir ki, toplumda kin, haset, nefret, kışkançlık ve suizan oluşsun…

 

Suizan, yani bu vesveselerle gerçekte hakikat olmayan bir şeyi kötüye yorarız ve doğru kabul ederiz ve muhatabımız hakkında kötü düşünceler oluşur.

 

Suizan etmek kul hakkıdır ve büyük günahtır. Uyanık olalım. Hüsnüzan (Pozitif düşünmek) ise sevaptır.

 

DÜŞÜNCELER TOHUMDUR

 

Hz. Mevlana “İnsan düşünceden ibarettir, gerisi et, kemik, kıldır.” Der.

 

H. Nur Artıran Hanımefendi bir sohbetinde diyor ki: İnsan topraktan yaratılmıştır. Her düşünce bir tohumdur. Her düşünce beden toprağına ekilir. Ne ekersen onu biçersin.

 


Hz. Mevlana, eğer ayağına diken battıysa, günün birinde sen ekmişsindir. Eğer sana gül verdilerse, onun tohumunu da sen ekmişsindir, der.

 

Zaten biliyorsunuz Peygamber Efendimiz SAV:

 

"Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. " , der.

 

Sevgili Peygamberimiz SAV, İslam'a göre her işin başı ve ahiretin yegane geçer akçesi olan iman ile sevgi arasındaki bağı en çarpıcı biçimde bu hadisinde dile getirmiş bulunmaktadır.

 

Afüvv (Affedici) ve Gaffar (tövbe edenin günahlarını affedip örten) olan Cenab-ı Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmalı ve biz imanlı müslümanlara da yakışan affetmektir.

 

Muhabbetimizi engellemek isteyen şeytana fırsat verip sevindirmemeliyiz. İyi geçinmek ibadettir. İyi geçinmek için görmezden gelip hata örtücü olmalıyız.

 

 


 

Osmanlı zamanında halk şunları esas alarak bunalıma girmiyormuş:

 

1-  Er-rızku al’allah: Rızkı veren yalnız Allah’tır. Başkasının önünde eğilme. Patron sebeptir.  

 

Şeytan şunu vesvese ederdi: Seni işten atarlar, aç kalırsın...

 

2-  Tevekkeltü al’allah: Yalnız Allah’a dayan, teslim ol.

 

Param çok diye güvenme... Ağaca yaslanma çürür, insana güvenme ölür...

 

3-  Ya Nasip: Canını sıkma eğer nasipse olur.

 

Çok istediğimiz şey olmuyorsa bir hayır vardır. Bu hastalık benim için ceza değil, inşallah cenneti kazandıracak bir sabır imtihanıdır.

 

4-  Ya Sabır: Sabretmeyi bil, vaktinden önce bahar gelmez.

 

Sabretmeyi bu hastalıkla öğrendim. Allah sabredenlerle beraberdir, ayeti ışığım oldu.

 


5-  Bu da geçer Ya Hû: Unutma! Zenginlik de fakirlik de, hastalık da, sağlık da, mutluluk da, başarı da, başarısızlık da... Hepsi geçicidir. Hatta hayat bile…

 

 


 

Bu sözü hayatımda çok sık kullanarak kendimi rehabilite ediyorum. Çok mutlu olduğumda şımarmadım ve mutsuz olduğumda ümitsizliğe düşmedim. 

 

Bu menkıbe, İranlı mutasavvıf, şair Feriduddin Attar’ın 1187’de kaleme aldığı 4724 beyitten oluşan Mantık Al- Tayr adlı eserinde geçmektedir.

 

Önce bu cümlenin meşhur hikayesini okuyalım, sonra kısa yorumumu paylaşacağım:

 

Dervişin birinin yolu bir gün bir köye uğrar. Köylüler fakirdir onu misafir etmesi için Şakir isminde birinin çiftliğine gönderirler. Derviş yola koyulur.

 

Yolda rastladığı bir kaç köylü ona, Şakir'in köyün zenginlerinden birisi olduğunu Halid adında bir başka zengin daha bulunduğunu anlatırlar. 

 

Derviş, Şakir'in çiftliğine varır. Şakir hem misafirperver hem de gönlü geniş bir insandır... Dervişi kaldığı sürece memnun eder.

 

Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir'e teşekkür ederken, "Böyle zengin olduğun için hep şükret." der. Şakir ise: "Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen, gerçeğin kendisi değildir. Bu da geçer..." diye cevap verir.

 

Birkaç yıl sonra, Derviş'in yolu yine aynı taraflara düşer. Şakir'i hatırlar ve yanına uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylülerle sohbet ederken Şakir'in iyice fakir düşüp şimdilerde Halid'in yanında çalıştığını öğrenir.

 

Derviş Halid'in çiftliğine gider, Şakir'i bulur, üstünde eski püskü giysiler vardır.

 

Meğer oralarda vukuu bulan bir sel felâketinde Şakir'in bütün malı mülkü telef olmuştur. Ailesini geçindirmek için, toprakları selden zarar görmeyen Halid'in yanında çalışmaktadır.

 

Şakir, bu kez Derviş'i son derece fakir olan evinde misafir eder. Bir lokma ekmeğini onunla paylaşır...


Derviş, vedalaşırken Şakir'e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler. Şakir: "Üzülme... Ya Hû, bu da geçer..." der.

 

Derviş'in yedi yıl sonra yolu yine o yöreye düşer. Şaşkınlık içinde olan biteni öğrenir. Halid birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı için de bütün mirasını en sadık hizmetkârı ve eski dostu Şakir'e bırakmıştır.

 

Şakir, artık Halid'in konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır. Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: "Bu da geçer..."

 

Bir zaman sonra Derviş yine Şakir'i arar. Köylüler ona bir tepeyi işaret ederler. Meğer tepede Şakir'in mezarı vardır ve taşında da: "Bu da geçer." yazılıdır. Derviş, "Ölümün nesi geçecek?" diye düşünür ve gider.

 

Ertesi yıl Şakir'in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır ne de mezar. Büyük bir sel gelmiş ve tepeyi sıyırmış, Şakir'in mezarından geriye bir iz dahi kalmamıştır... 

 

O aralar ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda umudunu tazelesin, mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın...

 

Hiç kimse sultanı tatmin edecek böyle bir yüzüğü yapamaz. Sultanın adamları da bilge Derviş'i bulup yardım isterler. Derviş, sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük sultana sunulur.

 

Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve sonra yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır.

 

Orada: "Bu da geçer Ya Hû !!!" yazmaktadır.

 


"Bu da geçer Ya Hû !!!" , Yani "Bu da geçer Ey Allah’ım !!!"

 

Arapça ’Hû’ zamirdir, O anlamına gelir ve kastedilen Allah’tır.

 

***

 

Bu hikayeyi yıllar önce okudum ve işte bu, dedim.  Benim yıllardır kendime telkin ettiğim tarif edemediğim duygunun sözle ifadesi işte bu, …  

 

Çünkü 14 yıl okul hayatı ve dengesizliğimle geçen yıllar bu duyguyla rüya gibi geldi, geçti...

 

Artık bu söz, benim birçok şeye sabretmem de daha iyi bir teşvikçi olmuştu.  

 

İşyerinde zor bir kart çizimi verildiğinde de, tekerlekli sandalyede akşama doğru popom acıdığında da, sabah namazına kalkmakta zorlandığımda da, … 

 

Çalıştığım yıllarda Ereğli’ye gidince Menderes amcamgilde kalırdık. Geceleri, kanepe yumuşak ve kırık olduğundan  yorgunluğa dayanamayınca da, sıcaktan veya soğuktan bunalınca da, vb.  

 

Sürekli kendi kendime  "Bu da geçer Ya Hû !!!" diyordum.

 

Emekli olduktan sonra da, hastane ve komadaki günlerde bu söz tesellim oldu.

 

Evet, bu imtihan dünyasında hastalıklarda, kazalarda, zenginlikte, şöhrette, güzellikte, mutlulukta, makamda, fakirlikte, açlıkta, sevinçte, beden sağlığımızda her şey geçicidir...

 

 


 

Namazı kılarken o kadar huzurluyum ki.. Vesvese hastalığını namazla yendim. Ah o sabah namazları yok mu? Herkes uyurken içimi samimice Rabbime döküp dua ederek ağlıyorum.

 

Ve içim huzurla dolup çok rahatlıyorum. Size namaz kılıp huzur bulmanız için namazı tavsiye etmek için bu yazıyı yazdım.

 


Teheccüd Namazı Kıl deseydi yeterdi

 

Yakın geçmişte İngiltere’de gurbetçi bir kardeşimiz, dizlerindeki romatizmalı ağrılar artınca doktora gitmiş. Muayene sonunda Prof Tıp doktoru şöyle demiş:

 

Geceleri çok uyumayın, gece yarısı kalkın, ayaklarınızı soğuk suyla yıkayın, biraz kültür fizik yapın, sürekli oturmayın, demiş.

 

Bu olayı radyo Akra Fm’de rahmetli Prof Dr Mahmud Esad Coşan Hocaefendi (1938-2001) bir hadis sohbetinde anlatmıştı.

 

Rahmetli Esad hoca şöyle yorum yaptı: 

 

Ayakları yıka dediği şey abdesttir. En iyi kültür fizik hareketleri ise namazda vardır. O doktor, kardeşimize aslında bilmeden, gece 2-4 gibi kılınan teheccüd namazını kılmasını, söylemiş.

 

 

Aşağıdaki yazıları güvenilir sitelerden derledim ve acizane paylaşmak istiyorum. Yıllardır namazın faydaları hakkında dinlediğim pekçok güzel sohbeti yazıya dökülmüş halidir zira…

 

Tıbbi araştırmlarla Namazın Beden Üzerindeki Etkileri

 

Namazın  asıl anlamının yanı sıra, zahiri anlamda  pek çok nedeni ve dayanağı  olduğu , bedene sağladığı faydaları artık bilimsel çevrelerce açıklanıyor. Bilimsel verilere göre bakın namaz, bedene neler sağlıyor;

 

*** Namazda yapılan hareketler yavaş olduğundan kalbi yormaz ve günün muhtelif saatlerinde olduğu için insanı sürekli dinç tutar.

 

*** Namaz kılmaktaki izometrik hareketler, midedeki gıdaların iyi karışmasına, safranın kolay akmasına ve dolayısıyla safra kesesinde birikinti yapmamasına, pankreastaki enzimlerin kolay boşalmasına yardımcı olacağı gibi, kabızlığın giderilmesinde de rolü büyüktür. Böbreğin ve idrar yollarının iyice çalkalanmasından, böbrekte taş oluşumunun önlenmesine ve mesanenin boşalmasına da yardımcı olmaktadır.

 

*** Günde başını seksen defa yere koyan bir kimsenin beynine ritmik olarak fazla kan ulaşır. Bu yüzden beyin hücreleri iyice beslendiğinden hâfıza ve şahsiyet bozukluklarına, namaz kılanlarda çok daha az rastlanır. Bu insanlar daha sağlıklı bir ömür geçirirler. Bugün tıpta demans denilen bunama hastalığına uğramazlar.

 

*** Namaz kılanların gözleri, muntazam olarak eğilip-doğrulmakdan ötürü daha kuvvetli kan dolaşımına malik olur. Bu sebeple göz içi tansiyonunda artma olmaz ve gözün ön kısmındaki sıvının devamlı değişmesi temin edilmiş olur. Gözü katarakt veya karasu hastalığından korur.

 

*** Koruyucu hekimlikte, muayyen zamanlarda yapılan beden hareketleri çok önemlidir. Namaz vakitleri, kan dolaşımını tazelemek ve teneffüsü canlandırmak için en uygun vakitlerdir.

 

*** Namaz uyku düzenlemede çok önemli bir unsurdur. Hatta vücutta biriken statik (durgun) elektriklenme, secde yapmakla topraklama yapılmış olur. Böylece vücut tekrar zindeliğe kavuşur.

 

*** Namazın bu etkilerinden en doğru şekilde yararlanmak için  namazı vaktinde kılmakla birlikte, fazla  tok olmamak da önemlidir.

 

*** Göz merceklerinin kasılmadan görebildiği ve böylelikle rahatlayıp dinlendiği mesafe 1,5 metre civarındadır. Bu mesafe ise, namaz kılan kişinin secde yaptığı yere olan uzaklığıdır.

 

Bilindiği gibi namazda secde yapılan yere bakılır ve böylelikle farkında olmadan göz mercekleri dinlendirilir. Günde 40 rekat hesabı ile bu dinlenme takrîben bir saat tutar ki, bu nimet, göz için bulunmaz bir sağlık reçetesidir.

 



*** Beş vakit kılınan namazdaki ritmik hareketler, günlük hayatta çalıştırılamayan adale ve eklemleri çalıştırarak, artroz ve kireçlenme gibi eklem hastalıklarını ve adale tutulmalarını önler.

 

*** Vücudun en zahmet çeken yerleri, eklemlerdir. Ve bütün eklemler, namaz içinde yıpranmışlıkları gidererek sağlıklarına kavuşurlar. Şunu da açıkça belirtmek gerekir ki, namaz dışında hiçbir hareket tarzı, vücuda bu ölçüde fayda sağlamaz. Ayrıca namazın bir ibadet disiplini içinde devamlılığı eklemlerdeki bu huzuru ömrün sonuna kadar götürür.

 

*** Kalbin çalışmasında ve hissî sistemlerle olan alâkasında, elektromanyetik eksenler, en ideal çizgilere gelir. Özellikle sağlıklı kişilerin günlük elektromanyetik tesirlerle, göğüs bölgelerinde hissettikleri huzursuzluklara, namaz kılanlarda hemen hemen hiç rastlanmamaktadır.

 

*** Mısırlı bilim adamı Prof. Dr. Muhammed Ziyaeddin Hamid’in, vücutta biriken elektromanyetik yükün  secde ile dışarı boşaltıldığının belirlendiğini dile getiren araştırması, Kozmik Bilim’in verilerini bir kere daha destekledi. Mısır’ın başkenti Kahire’de bulunan Ulusal Işın Teknolojisi Merkezi’nde yapılan bir bilimsel araştırma, secde etmenin insanı kanserden koruduğunu ortaya çıkardı.

 

*** Araştırmayla ayrıca secdenin hamile kadınlar için de oldukça yararlı olduğunu ve ceninin şekil bozukluğuna uğramasını engellediğini, bunun yanında yine birçok bedensel ve psikolojik hastalıklara iyi geldiği tespit edildi.

 

*** Araştırma sonucu vücutta biriken elektromanyetik yükün secde ile dışarı boşaltıldığının belirlendiğini dile getiren Mısırlı bilim adamı, bilimsel araştırmaların insan boyunun küçüldükçe elektromanyetik dalgalara uğrama oranının daha da azaldığını gösterdiğini söyledi.

 

Yedi azanın yerle teması enerjiyi boşaltıyor

 

*** İnsanın secde halindeyken elektromanyetik dalgalara daha az maruz kaldığını ve alnın yere değmesiyle vücuttaki elektromanyetik yükün dışarıya boşaltıldığını tespit ettiğini kaydeden Profesör Ziyaeddin, secde halinde olan bir insanın yedi organının yerle temas etmesinin boşaltımı hızlandırdığını ve bunun yorgunluk ve bazı hastalıklara iyi geldiğini ifade ediyor.

 

*** Araştırmaların elektrik yükünün vücuttan sağlıklı bir şekilde atılması için secde anında kıbleye dönmek gerektiğini gösterdiğini bildiren Profesör Ziyaeddin, Kâbe’nin yeryüzünün merkezi olduğunu ve yeryüzünün merkezine yönelmenin vücuttaki elektrik yükünü dışarı atmak için en uygun pozisyon olduğunu söylüyor.

 

*** Beş vakit farz namazın vücuttaki elektrik yükünün dışarı atılması için yeterli olduğunu belirten Mısırlı bilim adamı, uyku esnasında vücutta oluşan unsurların sabah namazıyla dışarı atıldığını ve insanın güne sağlıklı ve canlı bir şekilde başladığını kaydetti.

 

*** Öğle, ikindi ve akşam namazlarının günün yorgunluğunu ve stresini azalttığını ve insana psikolojik bir rahatlama sağladığını söyleyen Profesör Ziyaeddin, yatsı namazıyla gün boyu vücutta oluşan yükün geri kalanının dışarı atıldığını ve insanın rahat bir şekilde uykuya dalmasının sağlandığını belirtti.

 



NAMAZIN RUHÎ TESİRLERİ:

 

a- Günde bir sâat kadar da olsa, dünya telâşesinden kurtulur ve namazın penceresiyle nefes alırız.

 

 b- Namazlarımızı devam ettirmek için, âyet-i kerime'nin de emrettiği gibi aşırılıklardan ve dolayısıyla birçok günahtan uzak kalır, ihtiras ve buna bağlı streslerden büyük ölçüde kurtuluruz.

 

 c- Namaz kılanlarda tevekkül duygusu, otomatik olarak gelişir. Ruh hastalıklarında önemli bir rolü olan vesveseler de (evhâm'lar) böylece giderilmiş olur.

 

 

NAMAZIN AHLÂKİ YAPIMIZDAKİ TESİRLERİ:

 

a- Namaz kılan insan, Cenab-ı Hakkın huzurunda okuduğu Fatiha'da verdiği "Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz" andını, şuur altında yavaş yavaş geliştirerek ahlâkî yapılarını analiz ederler. Bu supanaliz hadisesi, başlangıçta kişiyi zorlamakta, fakat daha sonradan yerleşerek ahlâkı yüceltmektedir.

 

 b- Namazı şeklen de olsa edâ edenler, secdeye kapandıkları için gururlarını kırarlar. Ahlâk açısından en tehlikeli hastalık gururdur ve bütün kavgaların, nefretlerin temelinde, nefsin bu zâlim hastalığı yatar. Namazı, bir ibadet ciddiyeti içinde devam ettirenlerin gururları, secdeye her vardıklarında mânevî bir hikmetle törpülenir. Sırf bu açıdan bile namaz, ahlâka temel olan bir ibâdettir.

 

 c- Namaz, imanı kontrol eden titiz bir bekçidir. İmânda ortaya çıkabilecek aşınmalar ve zaaf, namaz kılanlarda görülmez. Bu yüzden imanın hastalıkları ve İslâmiyet’in temel yasakları olan riyâ ve yalan, karakter çizgimizden silinmeye başlar. Böylelikle Efendimizin "Müslüman yalan söylemez" hükmü, tecelli etmiş olur.

 

Allah hepimizi namazı hakkıyla kılan ve heran namazda huzurdaymış gibi yaşayan ihlaslı kullarından eylesin.

 

 


 

Namaza başladıktan sonra birkaç yıl geçince işyerinde bir çok arkadaşım bana dedi ki:

 

“Celȃl noluyor sana? Sen gün geçtikçe güzelleşiyorsun, alnın parlıyor.”

 

Hamdolsun ben bunu namazın yan tesirlerinden birisi olarak görüyorum.

 


Hastalığın başlangıç devrelerinde ellerim falan spastik hastalar gibi kasılırdı.

 

Şimdi ise bilgisayar kullanmaktan mıdır yoksa namazın yan tesiri midir bilemiyorum normalleşti hamdolsun.

 

Çağımızın hastalığı stres… İnsanlar günlük hayatın getirdiği yüklerle çok büyük stresler yaşıyorlar. Namaza başladıktan sonra bendeki stres sıfırlandı.

 

Günde beş kez Rabbim beni huzuruna alıyor. O’na içimi dökerek duayla rahatlıyorum. Dünyanın fani ve her şeyin geçici olduğunun farkına yeniden varıyorum.

 

Başıma gelen her şeyin Rabbimin izniyle geldiğini ve bir hikmeti olduğunu biliyorum.

 

Stres yaşayan ve gerçek huzuru  yakalamak isteyen herkese namazı tadmalarını öneriyorum.

 

Ah hele o sabah namazları yok mu?

 

Herkes uyurken Rabbimle sohbet etmenin lezzetini hiçbir şeye değişmem.

 

Namazın ve özellikle sabah namazının önemini anlatan Cemil Tokpınar’ın yazdığı “Sabah namazına nasıl kalkılır?” kitabı benim gibi sizinde namaza aşkınızı artıracak.

 

Alın, okuyun inşallah…

 

 


 

Bazen namazlarımı kılarken aklıma müthiş fikirler geliyor. Gerçekleştirmek için heyecanlanıyorum. Bu kitabı yazarken pek çok konuyu namazda hatırladım.

 

Mesela şu ayetle ilgili aşağıda anlatacağım düşünce namaz kılarken şekillendi.  

 

“… Allah izin vermeden bir tek yaprak bile düşmez...“

(Enam suresi 59. ayet)

 

Allah izin vermeden yaprak bile kımıldamaz. Ne müthiş bir şey bu. Bir çok batılı insan, dünyayı tek bir Tanrının yarattığını kabul ediyormuş. Fakat her an idare ettiğini kabul etmiyormuş.

 


Ve dünyayı Tanrı yarattı ama sonra kendi haline bıraktı sanıyormuş. Bu konuda bir gazete haberi okuduktan sonra kıldığım namazda Allah şu fikiri aklıma getirdi :

 

Bir oda düşünelim. İçinde yüzlerce cihaz var ve bunlar kablo olmadan elektrikle çalışıyor.

 

Konuşan robotlar, yürüyen oyuncaklar, yanıp sönen ışıklar, çalan müzikler, hızla giden arabalar, uçan uçaklar, cep telefonu, bilgisayar, televizyon, aklınıza gelen elektrikle çalışan her tür cihaz bu odada çalışmaya devam ediyor...

 

Bir tek düğmeye dokunarak, elektriği kestiğimizi düşünelim. O zaman bütün cihazlar durup kımıldamayacaktır.

 

Ya da elektriği toptan kapatmayalım fakat tek bir cihazın elektriğini kestiğimizde o cihaz duracaktır.

 

Acaba böyle bir sistem, belki de bir deney seti, bir üniversitede araştırma konusu olabilir mi?

 

Yapılırsa inşallah öğrencilere çok faydalı olur, diye umuyorum. Mesela inceleyenlere bir takım sorular sorulabilir.

 

Allah'ı (Haşa!) burada elektriğe benzetirsek :

 

Elektrik hangi cihazın neresindedir? diye sorsak;  “ Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, her şeyi kuşatandır. ”   (Nisa suresi, 126)  ayetine işaret etmiş oluruz...

 

Elektriği gözle göremiyoruz. “Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder… ”   (Araf suresi, 103)  ayetine vurgu yapmış oluruz.

 

Elbette Kuran ayetleri pek çok yönden tefsir ediliyor. Fakat bu örnekler bir bakıma, ayetlerin daha akılda kalmasına yardım eder diye düşünüyorum. Bilmem katılır mısınız?

 

Sadece bazı cihazların elektriğini kesmekle, Allah’ın dilediğinin imtihanını sonlandırıp, dilediğine ise uzun ömür verdiği gerçeğini kavramış  oluruz değil mi? 

 

Mesela iki araba epey hızlı gidiyorlar. Arabanın birinin voltajını hafifçe düşürmekle yavaşlatmış oluruz ve bir saniye farkla çarpışmalarını engelleriz.

 

Bu da yukarıdaki ayeti açıklıyor sanırım... Yani bütün olayların Allah izniyle olduğuna bir işaret bence, değil  mi?

 

Efendim haddim olmayarak heyecana kapılıp bunları anlattım. Bunlar sadece Kuran meali okuyup kendimce basit yorumlarımdır.

 

Rabbim! hatam varsa bağışla lütfen. Affına sığınıyorum. Sen biliyorsun ki güzel bir niyetle anlattım bunları...

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder