3 Ocak 2016 Pazar

25. BÖLÜM - 25/41




Rahat okunması için kitabı üç kısıma ayırdık; Giriş, Gelişme ve Sonuç.


Bu üç kısmı da, kendi içlerinde toplam 41 bölüme böldük.


25. Bölüm, Gelişme kısmına aittir ve Gelişme kısmı 17 bölümden oluşmaktadır. (14-30)


Bölüm’de yer alan alt başlıklar şunlardır:







25. BÖLÜM - 25/41.


25-a) Aşık olmak günah değildir

25-b) Derviş ol, Hakk’a bırak her işi

25-c) Allah neden beni hidayete erdirdi?.

25-d) Rabbimizi Nasıl Tanırız?.

25-e) Aşk Özlemektir

25-f) Mektuplaşmak ne güzeldir

25-g) Bir mektup örneği
 
 


Buyrun bu bölümü okumaya başlayalım:




Çünkü karşı cinse duyulan beşeri aşk ile Cenab-ı Hakk’a duyulan ilahi aşk, özü itibari ile aynıdır.


Bir kızı veya erkeği sevdiğimizde aslında biz, o yüzün arkasındaki onun yaratıcısını seviyoruzdur. Ama bilmeden sadece simaya, surete, şekle takılır kalırız.


Aslında işin hakikatı bizler sevdiğimizde onu yaratanı görür, onu severiz, onu yaratana aşık oluruz.


Kamil insanlar ise, kimi niçin sevdiklerini bildikleri için direk Rabbani aşkın içine düşerler. 


Aşık olmak günah değildir. Peygamberimiz SAV bir hadiste, bir kadına aşık olup onu gizleyen ve kimseye söylemeden ölen birinin şehit olacağı ifade edilir.


Bu nedenle aşık olmak insanın elinde olan bir şey değildir.


Hz. Mevlana, “Aşk nasip işidir, hesap işi değil. Aşk adayıştır, arayış değil.” der.


“Cenab-ı Allah’ın bir kula en büyük lütfu, keremi ona Aşk’ı nasip etmesidir.“


*****


Allah şimdi bana bir sebeple şifa verse, yani bir mucize olsa da iyileşsem hemen evlenirim. Hemen cinsel yöne çekmeyin. İçimdeki o duyguyu inşallah öldürdüm.


Zaten belden aşağım hiç çalışmıyor ve harama günah diye hiç bakmıyorum.


Hemen evlenirim dememin sebebi Peygamberimizin SAV evlenmeye teşvik eden sözleri ve evlenmenin sünnet olması…


İnsana yaradılış hikmeti açısından bakıldığında her kadının bir erkeğe ve her erkeğin de bir kadına muhtaç ve meyilli olduğu gerçeği inkâr edilemez.


Bu açıdan “evlilik”, eşler arasında maddi ve manevi tatmini sağladığından sükûnet ve rahatlık unsurudur.


Aynı zamanda neslin devamı için önemli bir ihtiyaçtır. “Evlilik”, ömür boyu süren hatta sadece dünyada değil, ebedi cennette de süren bir hayat arkadaşlığıdır. 


Kur’an-ı Kerim’de:

“İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi O’nun varlığının delillerindendir. Bunda düşünen akıl sahipleri için nice ibretli dersler vardır.” (Rum suresi, 21. Ayet) buyruluyor.


Evet, eğer birgün iyileşsem, beni Allah için sevecek, unuttuğum zaman “haydi namazımızı kılalım, cennette de ebediyen ayrılmayalım sevgilim” diyecek; …


… beraberce kelebekleri kurtarmaya koşturacak, imanlı salih bir eş nasip etmesi için Rabbime sözlü ve fiili dua ederim, fiili dua yani araştırırım.



Benim bütün ibadetlerim, yazılarım, maillerim, facebookta paylaştıklarım, sohbetlerim, dualarım hep Allah aşkımdandır. Anlıyorsunuzdur inşallah. 





Çoban sürünün, hamal da yükün artmasından zevk alır....!

Şeyhin kendisine tabi olmayan dervişe savurduğu tehditler dervişi güldürdü...


Diyordu ki şeyh; kurtulmak istiyorsan bize katılmak zorundasın, yoksa öbür tarafta ayakların kayar, cehenneme düşersin, Allah seni yakar vs...



Derviş dedi ki; Allah salt senden ibaret olsaydı bu dediklerin mutlak doğru olurdu ama nafile, gücün yetmez...!


Sen Allah'tan ibaret olmaya çalışıyorsun bu belli ama Allah senden ibaret değil...!

Sen Allah'tansın ama Allah senden değil...!


Bu sözün anlamına varaydın eğer kendi cehennemini söndürür, başkalarını cehennemle tehdit etme muhtaçlığından kurtulurdun...!


Sen kendi saltanatının içinde cenneti yaşamak için kalabalığa muhtaçsın. Sen cenneti arayansın Allah'ı değil..!


Tek başınalıktan, ihlasın tahlis algısından ve gerçek hürriyetten de gafilsin.


Def-i hacet için tuvalete muhtaç olan zevkini tatmin için Allahlık taslayacak ha..!


Yürü git işine bak, sen tehdidinle cehennemden korkanları korkut. Nemrut da İbrahim'i böyle tehdit etmişti....!


Deryada yüzen bataklığın suyuna muhtaç olur mu, özgür kuş altın kafese özenir mi hiç...?


Yoksa sen Adem oldun da sana secde edecek melek mi arıyorsun...?


Balçıktan kurtulup Adem olabilseydin eğer bu çabaya ihtiyaç duymaz, Hakkın senin için meleklere secde emri vermiş olduğunu bilirdin zaten..!


***


Hz. Mevlana ile Hz. Şems bir gün sohbet ederken saraydan bir hizmetli gelerek;


"Efendim, sultanımızın misafirleri var, 20 tane şeyh talebinde bulunuyorlar, sultanımız bu talebi size iletmemi söyledi" deyince Hz. Mevlana;


"Kolay, yarın hazır olur" diyerek hizmetliyi gönderir ve Hz. Şems'e dönerek; "iyi ki şeyh istediler, ya derviş isteselerdi ikimiz gitmek zorunda kalırdık" der...!


Ne diyor şair;

Dervişi ol dervişi,

Hakka bırak her işi...!


Hz. Mevlana diyor ki; zehir şişesinin üzerine hiç zehir yazarlar mı..? Şeytan hiç ben şeytanım diye söyler mi..?


Şeytan sarık ve cübbe ile gizlenir, cennet vaadiyle kandırarak cehenneme düşürür...


Kısaca vadedilen cennete talip olmaktansa cehenneme razı oluş iyidir, bir bakarsın ateşe esen ol emri geliverir...!


Şüphen mi var...? Hani ateş mümini yakmazdı...!



Ersal Özkan





Bazen karşımdaki kimseye çırpınırcasına ahiretten, namazdan bahsediyorum.


Fakat en ufak bir etki edemiyorum. Aşağıdaki ayet bunun nedenini açıklıyor.


"Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediği kimseyi (iyi niyet ve gayretine göre) doğru yola eriştirir. O, doğru yola erişecek olanları daha iyi bilir." (Kasas suresi, 56. ayet)


Aşağıdaki şu Hadis-i Şerif, Allah’ın neden bana hidayet verdiğini açıklıyor.


Hz. Hatice'nin (r.anha) amcası olan Hakim bin Hizam yüz yirmi senelik ömrünün altmış senesini cahiliyede, altmış senesini de İslâm üzere yaşadı.


Sahih-i Müslim'de Hakim bin Hazam'dan rivayet edilen bir hadiste Hakim, Rasulullah'a şunu sormuştur:


"Ey Allah'ın Rasulü! Benim cahiliyede yapmış olduğum sadaka, köle azad etme ve sıla-ı rahimler için bir sevap var mıdır?" Bunun üzerine Allah Rasulü (sav):


 "- (Cahiliyede) yapmış olduğun hayırlar üzere müslüman oldun" buyurur.



Evet ben gençliğimde karşılıksız çok iyilikler yapmıştım. Lisede pekçok komşumuzun elektronik cihazını tamir etmiştim.


Üniversitede de tüm harçlığımı yetim arkadaşımla paylaşmıştım.


Maaşımla kızkardeşimin tüm üniversite masraflarını karşılamıştım. Daha vs…


Bunları, Allah’ın neden bana hidayet verdiğini belirterek örnek olmak için anlattım.


Yukarıdaki hadis-i şerif’te belirtildiği gibi Allah yapılan hiçbir iyiliği zayi etmiyor.


İyilik yap, denize at, balık bilmezse Halık (yaratıcı Allah) bilir.

 


 

Geçenlerde babam oturma odasında biriyle telefonla konuşuyordu. Yüksek sesle konuştuğu için konuşmaları dinlemiştim.

 

Telefondaki kişi hastasına Celal’in dua etmesini istiyordu. Babam tabi eder, Celal herkese dua ediyor, hem engellilerin duasını Allah hemen kabul eder, dedi.

 

Telefonu kapatınca söylemek için yanıma geldi. Tabi ederim baba ama neden engellilerin duası makbuldur biliyor musun, dedim. Hayır neden, dedi.

 

Normal günlerde bir annenin çocuğuna muamelesi nasıldır? Bazen bağırır, bazen terlik :) , Ama çocuğu hastalandığında annenin varolan o şefkati coşar.

 

Battaniyelerle üstünü örtmeler, sıcak tarhana çorbaları, hatta çocuğun canı bişey istese, annesi, kar da yağsa koşa koşa markete giderek alır. Değil mi?

 

İşte annelere o şefkati veren Rabb-i Rahim’imiz, kuluna hastalık verdiğinde, kulu da güzelce sabreder ve şükrederse, rahmeti coşar ve dualarını geri çevirmez.

 

“Nefsini bilen Rabbini bilir.” diye meşhur bir söz var bilirsiniz. Yani insan kendisinde olan özellikleri tanırsa, Allah’ın vasıf, hal ve sıfatlarını tanımış olur. Nasıl mı?

 


ENE

 

Büyük islam alimi Bediüzzaman Said Nursi’nin “Ene Zerre Risalesi” diye bir eseri var.

 

Orada Ene’yi anlatmış; Ene denilen şey, benlik, ego, nefis denen içimizdeki şeydir.

 

“Biz emaneti göklere, yere, dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten kaçındılar. Zira sorumluluğundan korktular, ama onu insan yüklendi. İnsan (bu emanetin hakkını gözetmediğinden) cidden çok zalim, çok cahildir.”  (AHZÂB suresi - 72. ayet)

 

Ve Bediüzzaman, bu ayeti tefsir ederek ENE’nin her insana doğuştan bu dünyada emaneten verilen şey olduğunu anlatıyor.

 

O emanetin verilmesinin nedeni

 

Ene, gizli hazineler olan Cenab-ı hakkın isimlerini keşfetmemiz için bir anahtar, kainatın açıklaması zor gizli sırlarını açan müthiş bir anahtardır.  

 

Yani kısaca dersek, o ene bize Allah’ı tanımamız için verilmiştir. Hayırda kullanırsak Rabbimizi tanıyoruz. Şerde kullanırsak cehennem kapılarını bize açacak bir anahtar da olabiliyor.

 

Hepimiz gurur, benlik, enaniyet yapmamak için bir gayret sarfetmişizdir. Ama hiç tahmin ediyor muydunuz, bu enaniyet Allah’ın isimlerini açan bir anahtar olacak?

 

Bediüzzaman diyor ki: Rabbimiz insanın eline emanet olarak (evet emanet, ahirette geri alınacak, cennette enaniyet olmayacak) bir ENE vermiştir. O ene’yle Rabbimizin vasıf, sıfat, özelliklerini ve ilahi hallerini anlayabiliyoruz.

 

O ene, bir vâhid-i kıyasî’dir. Bir kıyaslama birimidir. Yani ENE, bir ölçü birimidir. Fakat aslında ene’nin bir varlığı yoktur.

 

Mesela geometredeki ölçüler gibidir. Bir metre, meridyen, kilo, kilometre. Bu ölçüler gerçekte hayalidir. Meridyen diye bir madde var mı?

 

Ene’ye örnekler

 

Ene’de hayali bir ölçü birimidir. Nasıl ki ben şu evin sahibiyim, Rabbim de şu kainatın sahibidir diyerek bir kıyas yapıyoruz. Ama bu sahibiyetlik hayalidir.

 

Çünkü Allah Malik-ül Mülk’tür. Yani mülkün asıl sahibi Cenab-ı Hak’tır. Eğer sahibi biz olsaydık, ev, araba, altın, vs mezara götürürdük.

 

Mesela Rabbimiz Kuran’da ben herşeyi görürüm diyor. Bizdeki görme olmasaydı, bu ayetten hiçbir şey anlamayacaktık. Göz şimdi ne işe yaradı? Rabbimizin Basir (Herşeyi gören Allah) ismini açan bir kıyas birimi oldu.

 

Ben nasıl görüyorum, Rabbim de, Ben herşeyi görürüm, diyor. Ucundan da olsa görmenin nasıl olduğunu anlayabiliyoruz.

 

Ben nasıl ki bu evi inşa ettim, içini dizayn ettim. Rabbim de şu dünya evini inşa edip düzenlemiş, deriz ve hakeza, bunun gibi...

 

Ben insanlara ikram etmeyi, iyilik yapmayı, güzel ve temiz olan herşeyi seviyorum, içimdeki sevgi, cömertlik, sabır, affetmek, dostluk, gurur, iffet, adalet, şefkat, merhamet, aşk, şiddet, öfke gibi binlerce duygular;

 

Mühendislik, doktorluk, mimarlık, aşçılık, ressamlık, yöneticilik, amirlik, siyaset, öğretmenlik gibi binlerce kabiliyetler aslında Rabbimizi tanımak için bize emanet verilen bu ENE’nin mahiyetindendir.

 

Yani bize verilen bu ölçücükler ile Rabbimizi tanıyoruz ve seviyoruz. Rabbimiz Kuran’da ben Alim’im diyor. Ben mesela elektronik teknikeriyim. Ben binlerce bilimden sadece elektroniğin -o da çok az kısmını- biliyorum.

 

Rabbimizin atomun çekirdeğinden galaksilere kadar bütün ilimleri bilen Alim isminin nasıl olduğunu anlayabildim. Yani kendimin bilmesinden kıyasladım.

 

Bir insan ENE’yi sahiplenirse

 

Allah’ın insanları bu dünyaya göndermesinin gayesi ve hikmeti üçtür. Rabbini tanımak, O’na iman etmek ve ibadet etmektir.

 

Allah’a iman etmek için O’nu tanımamız gerek. İnsan tanıdığı şeye inanır. İşte O’nu tanımamız için de her insana ALLAH, emanet bir ENE vermiştir.

 

Eğer insan, eneyi doğru kullanırsa ahsen-i takvime çıkar, cennet müjdesine nail olur. Enenin bir kıyaslama birimi olduğunu ve yani o hayali sahipliğinin aslında Rabbini tanıtmak için olduğunu bilir ve kulluğunu yaparsa eneyi doğru kullanmış olur.

 

Ama emanet verilen o ENE’nin yaratılış hikmetini unutup asıl vazifesini terketse, kendini asıl sahip zannetse, o vakit emanete hıyanet etmiş olur.

 

O ENE çocukken ince bir tel iken mahiyeti bilinmezse, insan büyüdükçe gittikçe kalınlaşır. İnsan vücuduna yayılır. Koca bir ejderha gibi insanı yutar.

 

Enaniyet’in anlamı, herşeyi kendinden bilmektir. Ben yaptım, ben ettim, ben kazandım, vs. diyen şirk’e düşer. Ve şirk (Allah’a icraatinde ortak koşma) Allah’ın asla affetmeyeceği suçtur ve ebedi cehenneme gider.

 

İşte cehennemin Top Ten’lerinden firavunlar, nemrutlar, ebu cehiller, içlerinde Enaniyeti öyle büyütmişler ki, adeta baştan aşağı ENE olmuşlar. Firavun biliyorsunuz, ben sizin en yüce Rabbinizim, demişti. (Naziat suresi 24)

 

Evet söz aynı yere geldi: “Nefsini bilen Rabbini bilir.”

 

Bir annenin itaatkar sevimli evladı hastalandığında, şefkatinden onun her isteğini yapması gibi, Allah’ın da, engellilik verdiği sabreden ve şükreden kulunun duasını neden kabul ettiğini kendimizle karşılaştırarak anladık.

 

Benim Kuran’da heran doğruluğunu hissettiğim ve huzur veren bir ayet var:

 

“… Eğer şükrederseniz nimetlerimi arttırırım…” (İbrahim suresi, 7. Ayet)

 

Geçen dostum Süha Can Facebook’ta küçük oğlunun resmini paylaşmış ve şunu yazmış:

 

“Yeni aldığım bu oyuncağa o kadar sevindi ki, durup durup baba çok teşekkür ederim, seni çok seviyorum, diyor. Onu sevindirmek için yeni sürpriz hediyeler var aklımda, canım oğlum.”

 

İşte insan böylece, kendisindeki duygular ile kıyas ettiğinde, o ayette Rabbimizin neden şükredince nimetleri artıracağını daha iyi anlıyor inşallah…





 
Dostum Süha Can ve oğlu Ali Deniz

Allah, bizi kendisini tanıyalım ve gerektiği gibi kulluk edelim diye yaratmıştır. Bu, Asıl maksada ulaşabilmek için en önemli gayemiz, İslâmiyet'i öğrenip yaşamaktır. Bunun içinde önce Rabbimizi tanımalıyız…

 

Bu konuyu burada kesiyorum, zira yazı çok uzadı.

 

Ben bazen bir yazıya başlayıp bir saat neyi ve nasıl yazayım diye düşünüyorum. Yazıyı yazan kalem, bir sebeptir. İnsan da düşünen canlı bir sebeptir.

 

Nasıl ki yazıyı kalem yazdı, demiyorsak; yaptığımız hiçbir işe ben yaptım gibi sahip

çıkmamalıyız ki şirk olmasın. Allah nasip ediyor demeliyiz.

 

Burada benim yorumum veya katkım yoktur. Ben sadece Bediüzzaman hazretlerinin 30. söz eserinden öğrendiklerimi yazdım. Allah ondan razı olsun.

 


Bana bu yazıyı nasip eden Rabbimize hamdolsun. Allah bizleri enaniyetten korusun ki şirke düşmeyelim.

 

 


Yıllardır televizyonda izlediğim dizilerde aşkı hep ayaklar altına aldılar. Aşk gönüllerde duyulan heyecanla beraber saf özlemdir...


Peygamber Efendimiz SAV "Haya imandandır" derken bu saf aşkların özüne de vurgu yapmaktadır bence... Beğendiği delikanlıyla veya kızla gözgöze gelmekten utanmaktır aşk.


Aşk onunlayken onu özlemektir. Tıpkı Hz. Ebubekir’in Efendimizin SAV yanındayken bile onu özlemesi gibi...


“Ey gönüllerinde aşk derdi olmayanlar, kalkın ve aşık olun” diyor Hz. Mevlana…


Bazen düşünüyorum da, galiba aşkı yaşayan en son nesil bizimkisi... Cep telefonu, skype çıktı, özlem bitti. Ben sevdiğim kızın gözlerine bakamazdım, utanırdım, heyecanlanırdım.


Ben sevdiğim kızı ancak yazları görürdüm, özlerdim. Özlemle hislerimi mektuba dökerdim. O da bana mektup yazardı.


Böylelikle ruhlarımızın inceliklerini görerek, hem fiziğe hem de ruha aşık olurduk.




Şimdi artık özlem yok. Cepten bir aloyla özlem bitiyor. Öyle olunca da evlilikler çabuk bitiyor. Çünkü fiziki güzellik 6 ay içinde alışkanlık yapıyormuş sonrası iç güzellikler...


Eş seçerken güzellik öncelik alıyor ; Davranışlar, sözler ve güzel ahlak en son geliyor ne yazık ki... Ve sonuç: boşanmalar, mutsuz çocuklar...


Allah şimdiki gençlerin sonunu hayretsin.


Aşk özlemektir. Şimdi inşallah ilahi aşk ile -bu imanımı kaybetmeden ruhumu teslim edebilirsem- Allah’ın cemalini göreceğim günün hasretiyle yanıyorum.


Ey aşk, seni senelerce yabancı kalplerde aramışım, oysa bendeymişsin, bilemedim, oyalanmışım.





Günümüzde teknolojinin gelişmesiyle birlikte iletişim çok hızlandı. Şimdiki gençler aşk duygusunu tam yaşayamıyor. Aşk özlemektir. O özlemle hayaller kurmaktır. 


Gençler hemen aşık oldum deyip karşısındaki insanı tam tanıyamadan evleniyorlar. Çok geçmeden de boşanıyorlar ve ortaya analı, babalı yetimler çıkıyor.


Bu yazımda inşallah bekar, nişanlı hatta evli gençlere birbirlerini daha iyi nasıl tanıyabilecekleri konusunda acizane bir tavsiyede bulunacağım.


Şimdi nasıl aşık oluyoruz? Genelde güzel bir kız yada yakışıklı bir erkeğin yüzünü beğenirsek ve aynı ortamda çok görüşürsek, o gözler, mimiklere  kapılıp aşık oluyoruz. Değil mi?


Ve sonra da ‘aşkın gözü kördür’ misali ondaki olumsuzlukları görmüyoruz, görmezden geliyoruz ve dış güzelliği arzulayan nefsimize uyarak tam tanıyamadan evlilik kararı alıyoruz...


Tavsiye edeceğim şey, birbirinize mektup yazmanızdır. Nasıl ve niçin yazalım dediniz değil mi? Anlatacağım inşallah... 


Ben onaltı yaşında aşık oldum. Evet bu aşk ilk başta o kızın güzelliğine vurulmamla başladı. Ama biz farklı şehirlerde oturuyorduk. Doksanlarda ev telefonları vardı ama en iyi iletişim mektup yazmaktı.


Biz birbirimize mektup yazardık. Ruhunun derinlik ve inceliklerini öğrenmek için satır satır o mektupları defalarca okurdum. Yüzünün güzelliğiyle başladı ama sonra ruhunun güzelliğine de aşık oldum. Yıllar geçmesine rağmen kalbimin derinliklerinde hala o heyecan vardır.


Aşk özlemektir. Gençlere tavsiyem, çok sık görüşüp yüzünüzü eskitmeyin. Sevdiğiniz dizi hergün olsa bıkarsınız, haftada birgün olunca o güne kendinizi hazırlıyorsunuz.




Evet niçin mektup yazmamız gerektiğini anladık sanırım, işin nasılına gelince, acizane şöyle bir tavsiyem olacak...


Ben teknolojiyi bırakıp kağıt kalemle yazıp postayla gönderelim, demiyorum. Mektupları Word’de yazalım. Sevdiğimizin e-mail adresine o word dosyasını ekleyip gönderelim.


Hard diskimizde 2 tane klasör açalım. Word dosyalarını arşivleyelim. Tavsiyem C değil, D harddiskinde oluşturun, çünkü formatlamak gerektiğinde genelde C siliniyor.


Klasörün birinin ismi SEVDİĞİME MEKTUPLAR, ve diğeri de mesela AŞKIMDAN GELENLER olabilir. Ondan sizin mail adresinize gelen mektupları da burda saklayın.


Sakın yanlış anlamayın, görüşmeyin, sadece mektuplaşın, demiyorum. Görüşün, sinemaya gidin, gezin fakat unutmayın ki, insan eğer samimiyetle mektup yazarsa kendini daha iyi yansıtır...


Tavsiyem, haftada bir gün veya yoğunsanız ayda bir gün, birkaç sayfa mektup yazıp mail atın. Evlendiğinizde veya evliyseniz de ilerde bir sorun olursa birbirinize duygularınızı yazın.


Tavsiyem o mektupları yazarken veya sevdiğinizden mektup geldiğinde sessiz bir ortamda veya hoş bir müzik eşliğinde okuyun...





Sırası geldi, bir mektubun sıcaklığını anlatmak için bir şehit  kızının babasına yazdığı mektubu paylaşmak istiyorum:


Uzun zamandır duymadığımız şehit haberleri yine gelmeye başladı. (Ağustos 2015)  ‘İnsan hala hayatta olduğundan utanır mı, utanırmış’, diye Twitter’dan yazmıştım.


Evet onların yerine şehit olmayı o kadar çok isterdim ki…


Her namazda şehitlik istiyorum. Çünkü şehitler mahşerde hesap, sorgu olmadan direk cennetin yüksek makamlarına gidecekler.


Oysa ben hayatımın hesabını vermekten korkuyorum. Çok namaz, oruç borcum var. Olanlarsa yüzüme mi çarpılır bilmiyorum. Bu konudaki bir yazımı sonra paylaşacağım.


Evet, şehit olana düğün, bayramdır ama gözü yaşlı eş, ana, babaların yürek sancısı ölene kadar dinmiyor. Biz haberlerde her şehit haberinde ağlıyoruz ama ya o şehit çocukları. 


Onlar bir ömür baba özlemi duyacaklar. Evet şimdi baba hasretini anlatan, bir şehit kızının babasına yazdığı bu mektup benim gibi hepimizi ağlatacaktır. 




       Sevgili Babacığım,


       Yıllar yıllar geçiyor, her şey değişiyor, her şeyden öncede ben değişiyorum. Değişmeyen tek şey değişimin kendisiymiş ya… Ama benim hayatımda hiç değişmeyen ve asla değişmeyecek olan tek ve en acı gerçek; SENİN KAYBIN.


     Yoksun baba; yanımda, tenimde, saçımın telinde yoksun. Kalbimde, ruhumda, beynimde olsan da, yaşamımın hiçbir anında, hiçbir üzüntümde, hiçbir mutluluğumda, hiçbir sevincimde, hiçbir hayal kırıklığımda sen yoksun. Varlığın, bedenin yok. Elbette ki her şey maddesel olarak var olmak değil, ama ben seni hiç tanımadım ki!


      Gülüşünü, konuşmanı, sesinin tonunu, kahkahanı hiç görmedim, duymadım ki!  Hep düşünüyorum yanımda olsaydın ağzından "yavrum, kızım" sözcükleri nasıl çıkardı? Bu duygu dolu sözler benim yüreğimi nasıl ısıtırdı? İnsanların nefret ettiği sözcükler olur mu? Benim var: BABA.


      Çünkü ben bu sözcüğü "hiçbir zaman" doya doya, dolu dolu söyleyemedim. Bunu duyacak, gözlerinin içi gülecek ve beni çok büyük bir sevgiyle kucaklayacak bir babam olmadı hiç!


    Evet tüm bunlar benim üzüntülerim, yokluklarım. Ama tüm bu büyük acının yanında bana en büyük onuru, şerefi yaşattın: BEN BİR ŞEHİT KIZIYIM.


     Bugün ölümünün tam 10. yılı. Şu anda yanında, sevgi dolu kucağında olamasam da tam baş ucundayım . O soğuk mezar taşının tozunu ellerimden ateş çıkarcasına yıkıyorum babacığım.


Gittin baba, gittin. Ben daha üç yaşındayken, seni sevmeye, tanımaya başlarken… Ben karısını, minicik bebeğini vatanı için bir yana bırakan, canını vatanına feda eden, cesur, yiğit, yüreği vatan sevgisiyle dopdolu gencecik bir üsteğmenin kızıyım. Ağlamamalıyım.


    Senin ak saçlı bir dede olduğun günleri hiçbir zaman göremeyeceğim; ama sen benim anılarımda, hatıralarımda hep o yakışıklı, gururlu, cesur ve gepgenç üsteğmen olarak kalacaksın. Bu, çok onur verici baba!


     Bir tek kez seni görüp seninle tanışma ve konuşma şansına sahip olsaydım sana sadece teşekkür etmek isterdim. Annemi ve beni senden yoksun bıraktın; ama bana da, Çocuklarıma da, torunlarına da inanılmaz bir gurur yaşatan ve yaşatacak olan "ŞEHİTLİK" ünvanını kazandırdın. Teşekkür ederim babacığım, teşekkür ederim…


Begüm ÖZCAN


*****************



AĞLAMAK GÜZELDİR… KALBİ YIKAR, TEMİZLER, YUMUŞATIR…


GÖZYAŞI, KALBİMİZE ABDEST ALDIRAN SUDUR…






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder