3 Ocak 2016 Pazar

24. BÖLÜM - 24/41




Rahat okunması için kitabı üç kısıma ayırdık; Giriş, Gelişme ve Sonuç.


Bu üç kısmı da, kendi içlerinde toplam 41 bölüme böldük.


24. Bölüm, Gelişme kısmına aittir ve Gelişme kısmı 17 bölümden oluşmaktadır. (14-30)


Bölüm’de yer alan alt başlıklar şunlardır:


24. BÖLÜM - 24/41.

24-a) Gelme , artık neye yarar?.

24-b) İçimdeki bitmeyen özlemin kaynağı

24-c) Keşke tüm gençlerimiz böyle aşık olsa.

24-d) Allah aşkını buldum diyenlerin alameti

24-e) Suskunluğum..

24-f) İlahi aşkla yananları nasıl tanırsınız?.

24-g) Sev de gel evladım..

24-h) Ya varsa.



Buyrun bu bölümü okumaya başlayalım:




Aslında dünya sevgi ve aşk için yaratılmıştır. Sevgisiz dünya içinde yaşanmaz harabe bir ev gibidir.


Ben o kıza aşık olduğum zaman onu ulaşılmaz bir melek gibi düşünürdüm.


O’nun yaşadığı şehre gittiğimde “Canım Konya’da sıkı giyin, üşütme. Sen derslerine ağırlık ver. Beni düşünme. Ben ikimiz içinde bol bol düşünürüm...” demişti.


Bu sözleriyle beni daha da kendisine bağlıyordu.


Onun hakkında kirli hayallerim ve düşüncelerim asla olmadı. Çünkü şimdi anlıyorum ki o zaman içimde ilahi aşkın tohumu varmış.


Yaşadığım bu duygularla aşkın kanununun dersini almışım.


Ben aşk için yaratılmışım. İlahi aşkım 2003 yılındaki hidayetimle başladı. 2006 yılında namaza başlamamla ziyadeleşti. Allah aşkımı artırsın.


1992 ile 2003 arası aşksız geçen yıllarım hep bir arayışla geçti. Bunu rahmetli Necip Fazıl’ın şu şiiri ne kadar güzel özetliyor:


Beklenen


Ne hasta bekler sabahı,

Ne taze ölüyü mezar.

Ne de şeytan, bir günahı,

Seni beklediğim kadar.


Geçti istemem gelmeni,

Yokluğunda buldum seni;

Bırak vehmimde (hayalimde) gölgeni,

Gelme, artık neye yarar?


(1937) Necip Fazıl Kısakürek





Kendimi bildim bileli içimde anlayamadığm bir hasret vardı.


Ankara’dayken hep Ereğli’yi özlerdim. Fakat Ereğli’ye gittiğimizde de hasret bitmezdi.

Nedenini anlayamazdım.


Gönül İstanbul’a gittiğinde onu çok özlerdim. Fakat onu görmeye İstanbul’a gittim. Çaybahçesinde karşılıklı otururken bile içimdeki özlem geçmiyordu.


İçimdeki tarifsiz özlemim, ailem ile birlikte olduğumda biraz azalıyordu ama bir süre sonra yine başlıyordu.


Mesela yıllardır annem, babam yanımda ama hala hasretim bişeylere…


Hz. Ebubekir’in, ben Efendimizin SAV yanındayken bile ona hasret duyuyordum, dediği gibi… 


Dinlediğim bir sohbette bu özlemin nedenini öğrendim. Rahmetli din alimi, her insanın içinde sebebini anlayamadığı bir özlem vardır.


İnsan içindeki bu özlemi dindirmek için hep bir arayış içindedir.


Arayışta olmayan insanlar ise, nefis ve şeytanın tuzaklarına aldanıp günah bataklığına saplananlardır.


Çünkü işlenen herbir günah kalpte siyah bir nokta bırakır ve zamanla kalp kapkara olur.


Günaha tövbe edip arınanlar elbette vardır ama ısrarla günaha devam edenlerin artık bir müddet sonra, Kuran tabiriyle kalpleri mühürlenmiştir ve artık gerçeği göremezler… 


Evet, babamız Hz. Adem AS ve annemiz Hz. Havva cennette yaşarken dünyaya indirildi ya… Biz, asıl vatanımız cenneti özlüyoruz… 


Cennet istememiz de, aslında içimizdeki özlemi dindirmek içindir. Özlem, Rabbimizin Cemal’inedir…  Ruhlar aleminde Rabbimizi görmüş, sesini işitmiştik, dedi.


Evet, Hepimiz Rabbimizin Cemalini özlüyoruz.




Siz memleketinize niçin gidersiniz, anne, babanızı ve sevdiklerinizi görmek için değil mi, diye ekledi. 


Evet şimdi anlamıştım, içimdeki özlemin kaynağını ve neden bitmediğini.


İnşallah Rabbimiz bizi lütfuyla, keremiyle, affıyla, rahmetiyle cennetine alırsa, orada Rabbimizin Cemalini  seyretmekle müşerref olacağız inşallah.


Efendimizin SAV tabiriyle mehtabı seyreder gibi… 

Ve artık cennette içimizdeki bitmeyen özlem dinecek.





2014’te Radyo 7’de programa telefonla bağlanan genç kız, hayatının dönüm noktasını anlattı, bir yazıda bundan şöyle bahsetmiştim: 


Bu anlatılanı dinleyince keşke dedik, keşke böyle erkekler ve böyle kızlar çoğalsa, keşke tüm gençlerimiz böyle aşık olsa ...


Programa Giresun’dan bağlanan yirmidört yaşındaki genç kız şöyle dedi:


“Benim dönüm noktam on yıl önce 2004’teydi. Okulda bir oğlana delice aşık oldum. ...


Bu öyle aşk ki, ona hiç açılmadım, fakat ona benzemeye çalıştım. Seven, sevdiğinin sevdiklerini sever misali, o namaz kılıyor diye beş vakit namaza başladım.


Önceleri öylesine kılıyordum, sonra kıldıkça, Kuran okudukça imanım arttı, ki Kuran’ı  da o okuyor diye öğrendim, sonra huşu ile namaz kılmaya başladım.


Abi duyduğuma göre o şimdi başka biriyle nişanlanmış. Önceden hep onunla evlenme hayalleri kuruyordum ama şimdi inanın hiç üzülmüyorum, o beni Rabbimle buluşturdu.”


Samimi ve mütevazi, ağzı dualı Radyocu Talha Bora Öge ona moral verdi:


Sen hem ruhen, hem bedenen kendini muhafaza et. Allah seni sevmiş kardeşim. Allah’a, hep hayırlısı için dua et. Allah gönlüne göre, daha hayırlı ve salih bir eş nasip etsin kardeşim, diye dua etti.


Talha Bora Öge



Bunu dinleyince internette okuduğumuz eski bir hikayeyi hatırladık. Belki yüzyıllar önce yaşanmış, ama bu hikayenin günümüzde de yaşanabileceğine şahit olduk. Hikaye şu:


Eski zamanlarda bir Melikin oğlu bir gün çarşıda gezerken peçesi düşen bir kızın yüzünü görmüş..


Kız o kadar güzelmiş ki, aşık olmuş ve kızla evlenmek istemiş, o kızın babası da bir camide imamlık eden bir şeyh imiş. Şeyhin yanına gidip kızını istemiş.


Şeyh Melikin oğluna, kızımı veririm ama kırk gün arkamda namaz kılarsan, şartını koşmuş.


Melikin oğlu kırk gün, kızın babasının arkasında namaz kılmış, ibadet etmiş. Namazdan sonra tesbihatı yapıp her duasında kızı istemiş.


Kızın adı Visal'miş. Bana Visal’i (Allah’a Kavuşmak, Allah aşkı) nasip et, beni ona kavuştur, diye dua edermiş, ama Visal'in anlamının Allah’a kavuşma olduğunu bilmezmiş.


Tabi bu sadece işin esprisi. Kırk gün hulusi kalple ibadet edenin dilinden hikmet fışkırır, der Efendimiz SAV.  Kırk gün çok önemlidir. Bununla ilgili birçok şey anlatılır.


Sigarayı bırakacaklara kırk gün sabret, birdaha içmezsin, derler mesela…



Kırkbir gün geçmiş, Melikin oğlu kızı almaya gelmemiş. Artık kız meraklanmış, dayanamayarak camiye oğlanın yanına gitmiş.


Sen benim için bu kadar zaman burada kaldın. Şimdi kırk gün geçti, beni almaya gelmedin. O kadar da çok beni istemiştin. Şimdi ne oldu, diyor.


Melikin oğlu da bunun üzerine şu cevabı veriyor:


Ya Visal, enti sebebil Visal La tekuni, vela tekuni sebebi infisal.


(Ey Visal, önceleri seni istiyordum, ama sonra sen sebep oldun, ben daha büyük aşka kavuştum. Şimdi lütfen Rabbimle arama girme! )



Son Mesnevihan Hayat Nur Artıran Hanımefendi şöyle der; Aslında karşı cinse duyulan beşeri aşk ile Cenab-ı Hakk’a duyulan ilahi aşk, özü itibari ile aynı imiş.


Bir kızı veya erkeği sevdiğimizde aslında biz o yüzün arkasındaki onun yaratıcısını seviyoruzdur çünkü.


Ama bilmeden sadece simaya, surete, şekle takılır kalırız. Aslında işin hakikatı, bizler sevdiğimizde onu yaratanı görür, onu severiz, onu yaratana aşık oluruz.


''Bazen Cenâb-ı Hak bir cemalden görünür. Ve biz onun etrafında pervane oluruz. Oysa sevilen aslında Cenâb-ı Hak'tır. İstenen Cenâb-ı Hak'tır.''







Hakkı bulmuş olmanın, hakka dayanmanın alameti dilde değil, halde aşikar olur.


Hz. Mevlana;


"Eğer herkesle isen ve benimle değilsen hiçkimseylesin. Eğer benimle isen ve hiçkimseyle değilsen herkeslesin." diyerek çok özel bilgiyi paylaşıyor.


Kitap; Azığın en hayırlısı takvadır.... (Bakara 197) takva elbisesi hayırlı olan elbisedir. (Araf 26) diyor.


Hz. Muhyiddin İbn-i Arabi de bizlere yolculuktaki tehlikeyi ve takvayı şöyle özetliyor;


"Elbise ya da azıkta takva, Allah’tan başkasından istemekten koruyacak şeydir. Azık yolculuk içindir ve yolculukta kendimizi korkudan uzak tutmak gerekir.


Yolculukta insan ve cinlerden yol kesiciler vardır. Nefs kaynaklı düşünceler manevi yolculuktaki yol kesici cinlerdir.


Yolcular; kara, deniz yolculuğu yapanlar ve hem kara hem deniz yolcusu olmak üzere 3 sınıftır.


Kara yolculuğunun düşmanları tecelli eden suretlerdir. Deniz yolculuğunda ise vehim, zan ve teviller düşmandır."


Gözümüzü kulağımızı ve kalbimizi gayrıya (gayrı görmek ve bilmekten) mühürlesin demekten başka ne diyebiliriz ki...!




Ersal Özkan





Beni tanıyan herkese, benim o karşı cinse olan beşeri aşkım, şimdi ilahi aşka dönüştü, diyorum. Fakat anlayamıyorlardı.


Derviş'e niçin böyle sessiz duruyorsun dediklerinde derviş;


Demek istediğimi bir türlü diyemedim. Ağız kulağı bulmadı, gönül kendine ermedi dedim durdum. Bir de baktım ki beni duyan kulak yok demem bile bir şikayetten ibaretmiş...!


Asıl mesele demek istediğimi duyan olmaması değil, benim DEMEK İSTEMEMMİŞ, anladım...!!!


Bu şikayet ağacın kökle toprağa bağlanması gibi beni oraya çivilemiş de kımıldayamaz olmuşum...


Ağacın suya mahkum oluşu gibi demek istediğimi anlayacak olana muhtaç olmuşum.. 


Suyu arar gibi beni anlayan aramışım...


Oysa o dil ile o kulak bu gözde bir imiş....!!!


Yıllardır ben kendimi ne sanmışım, ne de çok yanılmışım.


Ersal Özkan





Naçizane ben ilahi aşkla yananlardan değilim fakat kendimi sadece ilahi aşk denizinin kıyısına ulaşabilmiş bahtiyarlardan sayıyorum.


Artık gayem, Hem Allah’ın rızasını kazanabilmek, hem de O’nun sevgisini kaybetmemek için...


Ben kendimi bildim bileli bu dengesiz yürüme (Friedreich Ataksisi) hastalığım hep vardı. Dengesiz yürürken hep alay edilirdim. Bu yüzden hep içime kapanıktım.


Sanki böyle yürümeyi ben istiyordum. Ama neden böyleyim Allah’ım, diye hiç isyan etmedim. Her gece yastığa başımı koyunca, sadece düz yürümenin hayallerini kurardım.


Onaltı yaşımda bir kızla karşılaştık. Onu ilk gördüğüm anda gözlerimi ondan ayıramadım. Hele o güzel gözleriyle bana ilk bakışında heyecandan kalbim duracaktı.


Bundan sonra hayallerim sadece, normal bir insan gibi dümdüz yürümek ve dökmeden çay taşımak değildi.


Sevdiğim kızın benim gücüme güvenip koluma girip yürümesi, bir toplulukta göz göze gelip bana hayranlıkla bakmasının hayaliydi de artık.


Artık O, kalbimin zirvesine oturdu. Her zaman onu düşünürdüm. Bilmediğim hastalığımı ve onun düz yürüyüşünü kafama takar, bu aşkın imkansızlığını düşünür, uyuyamazdım.




ben 1991

Arabesk aşk şarkıları dinler, sigara içer ağlardım. Arkadaşlarıma hep onunla anılarımı anlatırdım. Onu tanıyan birini görünce sabaha kadar ondan bahsetmesini isterdim.


Annem, babam, kardeşlerim bile neler yaşıyorlar, bu ev nasıl geçinir düşünmezdim. Neyse uzatmayayım isterseniz, O beni terk ettiğinde ondokuz yaşındaydım.


Moral bozukluğuyla bu hastalık ilerledi ve yirmi yaşında hastaneye yattım.


Efendim tekrar hayatımı anlatıp sıkmayacağım. Yirmili yaşlarım engelli kadrosuyla tekerlekli sandalyede çalışmakla, arabesk aşk şarkılarıyla ağlamakla ve hayatı sorgulamakla geçti.


Düşün, düşün, düşün… Yeni kararlar almalıydım. 2002 de sigarayı bıraktım. Kuran’ın Türkçe mealini merak ettim ve Allah’ın nelerden bahsettiğini okudum. Altı yedi ayda bitirdim.


Ama defalarca okudum ve ayetlerdeki emirleri yapamaz mıyım diye nefsimle savaşa girdim.


Bir söz vardır: “Oku, düşün, uygula, neticelendir” Uygulamaya tam olarak başlamam iki sene sürdü. 2006’da teyemmümle namaza başladım.


Namaz hayatımda pek çok şey değiştirdi.


Arabeskten zevk almaz oldum ve sanat müziğine meylettim. Artık Türk Sanat Müziği dinliyorum. Yine ağlıyorum ama bu kez merhametten… anlatacağım.


İmanın kalbe yerleşmesi için önce kalpteki putları kırmak ve temizlemek gerekir.


Para, kadın, şehvet, masiva (günah işlemek) , malayani (faydasız işler) gibi…


Ben öncelikle kalbimi gözyaşlarıyla yıkadım, sevgiyle boyadım ve artık kalbimin zirvesinin zümrüt tepelerine Allah’ı yerleştirdim. 




Kuran’ın Türkçe mealini bitirdikten sonra, Peygamber Efendimizin SAV hayatını merak ettim. Allah’ın en sevdiği kulu O’ydu ama ne çok çileler çekmiş.


Efendimizin SAV ve sahabelerin hayatını empati yaparak okudum ve gözlerim yaşlarla doldu.


Kainata iman gözlüğüyle bakınca her şey farklı görünüyor. Bu hastalığımda benim kusurum yokmuş. Bu hastalık bana Rabbimin bir hediyesiymiş.


Mesela, önceden görmezden geldiğim bir engelli çocuğun yerine kendimi koyarak (empati) onun duygu ve düşüncelerini hissetmeyi öğrendim.


Rabbim istediği için namaz kılıyorum, ibadet ediyorum. Allah sevdiği için Efendimizi SAV ve sahabeleri çok seviyorum.


Anne, baba, akraba, eş, dost, komşu sevgisini Allah istediği için daha bir içten seviyorum. Hatta bilirsiniz ki Allah, ana babaya öf! bile demeyin, diyor.


Namazla, iman kalbimde gitgide pekişiyor. Allah’ın yarattığı tüm kullarına sevgi, şefkat ve merhamet besliyorum.


Namazlarımda sadece ailem değil 250 kişiye ismen –bazen- ağlayarak dua ediyorum. Allah affedip bizi cennetine alırsa hiç ayrılmayalım istiyorum.


Dinden, oruç, namazdan uzak yaşayan sevdiklerime fırsatını bulunca yumuşak dille bildiklerimi anlatıyorum. Ama cehennemle korkutmadan sevdirerek… 


İşte ilahi aşk buna diyorlar. İçimde herkese öyle SEVGİM var ki, inşallah hep beraber direk cennete girelim, o alevli ateşe hiç uğramayalım, istiyorum. Bunun için çabalıyorum.


Ha şimdi diyeceksiniz ki, sen cennetlik misin ki herkesi kurtarmaya çalışıyorsun?


Ben nefsimi en pislik yaratık olarak görüyorum ve Allah beni cehenneme sürüklettirip attırsa haklıdır, çok günahkarım itiraz edemem, derim hep.


Sonra Allah tövbeleri kabul eder, çok affedicidir, rahmeti sonsuzdur, der ümitlenirim.


Evet ilahi aşk, Allah’a samimi ibadet eden kul, Peygamberimize SAV layık bir ümmet olmaktır.


İlahi aşk, Efendimizin SAV sünnetine tabi olarak, ahlakıyla ahlaklanmak ve O’nun tebliğ yolunu takip etmekle tezahür eder.


İlahi aşkla yananlar küsmek, kızmak, yorulmak, nefret nedir bilmezler.


Yaratandan ötürü tüm insanları severler; öyle severler ki, ateşe doğru uçuşan kelebekleri kurtarmak için çırpınanlar gibi, durmadan sevgiyle koştururlar, yorulma bilmezler.


Derseniz ki, onu unuttun mu? Hayır unutmadım. Namazlarımda sağlığı ve huzuru için hep dua ediyorum. O, benim ilahi aşka ulaşmama vesile oldu. Allah ondan razı olsun.  


Bağrımda yanan o aşk, Allah’ın hidayet vermesiyle ilahi aşka yükseldi. Daha iyi anlamak için, kitabın başındaki o menkıbeyi birkez daha paylaşmak istiyorum izninizle:





Beşeri aşkın ilahi aşka ulaşmaya vesile olması ile ilgili bir menkıbe:


Bir gün bir genç, Hz. Mevlana’nın kapısına gelip; “Beni müridliğe kabul buyurun efendim” diyerek niyazda bulunur.


Hz. Mevlana gence bakar ve “Hiç aşık oldunuz mu evladım?” diye sual eyler. Genç şaşkın bir halde ne diyeceğini bilemez.


Hz. Mevlana, müridliğe kabul edilmesi için önce bir kulu sevmiş olması gerektiği söyler ve genci geri gönderir.


Genç ne yapacağını bilemez bir hal içinde ertesi gün tekrar tekkenin kapısını çalar ve isteğini yeniler. Hz. Mevlana sualinde ısrarlıdır ve genci tekrar geri gönderir.


Üçüncü gün genç dayanamaz ve Hz. Mevlana’ya bu isteğinin hikmetini sorar.


Hz. Mevlana mütebessim bir çehreyle müride döner ve:


“Bir kulu dahi sevmekten aciz olan,

  Nasıl Yüceler Yücesi ALLAH’a aşık olmaya yol bulur?


  Bir kulun ateşine yanmamış gönül,

  Yüceler Yücesi’nin Aşkını nasıl bilsin de yansın?


  SEV de GEL Evladım, SEV de GEL … ”



Bu menkıbenin yaşanmışlığı önemli değildir, fakat anafikri doğrudur.


Son Mesnevihan Hayat Nur Artıran bir TV programında şöyle bahsetti.




Eskiden, Mevlevi Şeyhleri müritliğe kabul edilmesi için gelen gençlere böyle, ya da en azından bir hayvana da olsa içlerinde bir sevgi hissedip hissetmedikleri sorarlarmış.





Hatırlarsanız hidayetim öncesi işyerinden bana Allah’ın varlığını ispatla diyen bir ateist arkadaşla tartışmaya girmiştim. Aynı ateist arkadaş bu sefer kıldığım namazları eleştirdi.


Ben de ona şu kıssayı anlatmıştım, cevap veremedi. O kıssayı kitapta paylaşmak istiyorum. Dileyen, nefsimle beraber hissesini alsın:


“Hz. Ali'ye (r.a), birisi geldi. Adam, ölümü, tekrar dirilmeyi, ahirette hesabı, cenneti ve cehennemi inkar ediyordu. Hz. Ali'ye: 


"Ya Ali, siz müslümanlar ölüme ve ölüm ötesine inanıyorsunuz; biz ise inanmıyoruz. Siz cehennemden kurtulmak, cennete girmek için bir sürü ibadet ediyor, mal harcıyor, zahmete giriyorsunuz. Bu zahmet değer mi? Hem ölümden sonra tekrar dirilmenin olacağı ne malum?" diye sordu.


Hz. Ali (r.a) adamı sükunetle dinledi, sonra ona şu cevabı verdi: 


"Evet, ölümden sonra dirilmek, hesaba çekilmek, cennete veya cehenneme girmek, ya senin dediğin gibi yoktur; ya da bizim dediğimiz vardır. Önce senin dediğinin doğru olduğunu düşünelim.


Ölümden sonra ahiret hayatı yoksa, seninle biz aynı durumdayız. Sana da yok bize de yok. Bu arada bizim Yüce Allah için kıldığımız namazların, yaptığımız ibadetlerin, hayır ve iyiliklerin, güzel ahlakın, verdiğimiz zekat ve sadakaların bize bir zararı olmaz.


Ama, ya ahiret varsa, bizim dediğimiz doğru çıkarsa, senin hâlin nice olur?" diye sordu.


Adam, biraz durdu, düşündü ve sonra: 


"Vallahi, her iki durumda da siz kârdasınız, ahiret varsa vay bizim hâlimize! Yolunu öğret, ben de müslüman olacağım," dedi ve müslüman oldu. ”



Düşünmek ibadettir.  Evet düşünmek namaz kılmak gibi sevap kazandırır.


Allah aramakla bulunmaz, ama bulanlar hep arayanlardır.


Allah’ı bulan neyi kaybeder. O’nu kaybeden neyi bulur ki...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder