3 Ocak 2016 Pazar

2. BÖLÜM - 2/41






Kitabımızı, sevgili dostum güzel insan Aydın Kaynarca bey Görme engelli kardeşlerimiz ve okumayı sevmeyenler için, sesli kitap haline getirdi, kendisine çok teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun.

Dilerseniz otomatik çalan müziği durdurun, Videoyu çalıştırın, isterseniz hem okuyup hem dinleyebilirsiniz...

Aşağıdaki bölümün seslendirmesi:

https://www.youtube.com/watch?v=d6o7CQ58ji4



 


Rahat okunması için kitabı üç kısıma ayırdık; Giriş, Gelişme ve Sonuç.

 

Bu üç kısmı da, kendi içlerinde toplam 41 bölüme böldük.

 

2. Bölüm, Giriş kısmına aittir ve Giriş kısmı 13 bölümden oluşmaktadır. (1-13)

 

Bölüm’de yer alan alt başlıklar şunlardır:

 

2. BÖLÜM - 2/41.

2-a) Ereğli’den Ankara’ya döndük.

2-b) Bir anne-kız buluşması

2-c) Kitabı yazmak için plan yaptım..

 

 

Buyrun bu bölümü okumaya başlayalım:

 
 

Aşık dedi ki; 

Aşkın yordu beni..!

Sevgili cevap verdi;

Aşk yormaz, lezzetlendirir. 

Sevdiğini sanmak, sahiplenmektir yoran..! 

Yaşadığın güzellik hiç yorar mı seni?

 

Ersal Özkan

 

 


 

Yorucu bir yolculuğun ardından 17 Eylül 2013’te Ankara Sincan’daki evimize döndük. Eylül ayı gelince, hasretle hep o İstanbul’daki anıları hatırlayıp hüzünlenirim.

 

Evet şimdi bir on gün dinleneyim, kitabı yazmaya başlayacağım, bahsettiğim o eylül anılarımı da kitapta anlatacağım.

 

Dinleneceğim zira hastalığımdan olsa gerek, yolculuk yapınca bir hafta kendime gelemiyorum.

 

Sabah uyanınca bir on-onbeş dakika sersem gibi hissederseniz ya işte benimki de ona benzer...

 

Gerçi arabada gelirken arka koltukta uzanarak geldim ama yine de bir hafta sersem gibi oluyorum.  On gün bol uyuyarak ve kafamı çok yormazsam ancak toparlıyorum.

 

On gün sonra, anne babasını özleyen kızkardeşim, eniştem ve yeğenlerimle ziyaretimize geldiler. Sungurlu Ankara’ya yakın olduğu için arabalarıyla arada haftasonları geliyorlar. 

 

 


Şimdi yeri geldi, o haftasonu yaşanan şeyi bir blog yazısında şöyle anlatmıştım:

 

 


 

Bugün sizlere gerçek bir hikaye anlatacağım. Anne ile kızının 61 yıl sonra buluşmasını anlatacağım. Aslında hikayemizin başlangıcı Çanakkale Savaşı’na uzanır.

 

***

 

Halil Çavuş 1915’te Çanakkale’de yiğitçe çarpışıp şehit olmuş, ardında da Konya’nın Ereğli ilçesi, Ayrancı kasabasında (Şimdi Karaman’ın Ayrancı ilçesi) eşi Topal Meryem’i dul; biri üç yaşında (Hilmi), biri bir yaşında (Fatma) iki yetimi bırakmıştır. 

 

Devir, Anadolu’nun yokluk yılları... Fakir ve babasız büyüyen Fatma, henüz onaltı yaşında iken, civar köyden Bekir ...’la evlenmiş; ikisi erkek, dördü kız tam altı çocuğu olmuştur. 

 

Fatma, 1952’de son çocuğu Nuriye henüz altı aylıkken hastalanmış; köyden at arabası ile istasyona getirilip, yorucu bir tren yolculuğu ile Konya’ya götürülmüştür. Orada bir hastane’de birkaç gün kalmıştır.

 

Fatma, 1952’de henüz otuz sekiz yaşında iken Konya’daki bir hastanede son nefesini verir.

 

Eşi, o zamanın zor şartları, sıcaktan dolayı ve vasıta olmadığı için cenazeyi köyüne götüremez. Fatma’yı Konya’da bir mezarlığa defnedip başına bir taş diker ve köye döner.

 

***

 

Nuriye benim annemdir. Evet bu hikaye anneannemin ve annemin hikayesidir. Yıllar önce Bekir dayım o mezarı bulup bir mezartaşı yaptırmış.

 

Ben engelli olunca ve de çalışırken annem ve babam bir türlü beni bırakıp Konya’ya gidemediler ve o mezarı ziyaret edemediler.

 

Babam yıllar önce anneme söz verdi, seni birgün annenin mezarına götürecem diye... Şimdi emekliyim. Ama yine hastalıklarım yüzünden -şeker koması- gidemediler.

 

27 eylül 2013 Cuma, haftasonu için Çorum’dan kızkardeşimgil geldi. Babam Cumartesi beni kız kardeşim ve enişteme emanet edip hızlı tren ile Ankara’dan Konya’ya gittiler.

 

Babacığım, Konya’da epey bir çaba ve arayış sonucu Musalla mezarlığını bulup, oradan dayıma telefon açıyor. Ancak, yıllar önce yaptırılan mezarın yerini tam hatırlayamıyor...

 

Akıllarına bir de mezarlık görevlilerine sormak geliyor... Görevliler bilgisayar kayıtlarından mezarın krokisini çıkartıp veriyorlar...

 

Zaman artık anneciğim (Nuriye Çelik) için geçmek bilmiyor; tarifi mümkün olmayan heyecan içerisinde mezara yaklaşıyor...

 

İşte biricik annesi karşısında, gözleri buğulanıyor ve boşalıveriyor yaşlar gözlerinden... Mezarlıkta Nuriye’nin huzur dolu dualı sesleri yankılanıyor...

 

Annem 61 yıl sonra annesine kavuşunca, orada annesine şunu demiş:

 

“Anneciğim ben seni hiç görmedim. Sesini hiç duymadım. Ama seni çok özledim. Bazen hayat beni yorunca ‘of anam of’ diyorum. Biliyorum ki, o an sırtımı sıvazlıyorsun, çünkü rahatlıyorum. Annecim şimdi mezarında sadece 3 ihlas, 1 fatiha okudum ama sana söz veriyorum, Allah ömür verirse bir defaki gelişimde sana yasin okuyacağım...”

 


Annem ağlarken dalıp gidiyor. Altı aylıkken öksüz kalan annemi bir müddet ablası büyütür. Sonrasında tekrar evlenen babası Bekir dedemin yeni karısı bakar.

 

Anneciğim henüz ilkokul beşe giderken babası Bekir dedemde vefat eder. Hem yetim hem öksüz annemi, yeni evlenen Nevzat abisi ve eşi büyütür.

 

Anneciğimi Nevzat abisi (rahmetli dayım) yirmi yaşında civar köyden akrabası İsa Çelik (babam) ile evlendirir. 1973 yılında ilk çocukları Celȃl yani BEN dünyaya gelirim.

 

Ahh! Canım anneciğim, bu dünyada yüzün gülmedi. Oğlun Celȃl’de engelli oldu. Sen herşeye sabrettin.

 

Bu arada radyoda bir türkü çalıyor, hep dinledikçe bana anneannem Fatma’nın hastane penceresinden bakışını hatırlatıyor, duygulanıyorum.

 

Hastane Önünde İncir Ağacı (Annem Ağacı)

Doktor Bulamadı Bana İlâcı (Annem İlâcı)

Baş Tabip Geliyor Zehirden Acı (Annem Vay Acı)

Garip Kaldım Yüreğime Derdoldu (Annem Derdoldu)

Ellerin Vatanı Bana Yurdoldu (Annem Yurdoldu) ............. 

 

Anneciğim, daha nice şeylere sabrettin. Sen yoksulluk senelerinde de, şimdi de her zaman şükrettin. Ama canım anam ve babam Allah sizi inşallah cennette sevdiklerinizle buluşturacak.

 

Allah’ım bin kez dünyaya gelsem yine Nuriye-İsa Çelik’in oğlu olmayı isterdim.  Sana sonsuz hamdolsun.

 

Allah’ım anneme babama sağlıklı, hayırlı, bereketli uzun ömürler ver. Onları dünyada da, ahirette de birbirinden ayırma Ya Rabbel Alemin...   AMİN.

 

Yaz gelince Ankara’dan Ereğli’ye giderken o mezarlığa birkez daha uğrayacağız. Bakalım annem Yasin okuyabilecek mi?

 

 


 

Babam ve annem böylece Cumartesi Konya’ya gidip geldiler. Pazar öğleden sonra kız kardeşimgili tekrar Sungurlu’ya yolcu ettik. Onlar gittikten sonra o Pazar akşamı düşünerek plan yaptım.

 

Sabah namazını kılınca hergünkü gibi uyumadan yattığım yerden, o gün göndereceğim mailleri taslak halinde hazırlarım. Sonra uyurum, 9’da kalkarım.

 

Yatarak kıldığım Kuşluk (Duha) namazından sonra babam yatakta oturma pozisyonuma getirir. Yatağın altına girerek önüme gelen hasta masası üzerinde kahvaltı, çay derken, 10:30 gibi kitap çalışmasına başlarım.

 


Öğle ezanı öncesi babam yine beni yatağa uzatır, başıma yastıklar koyar. Yattığım yerde öğle namazını kılarım. Merak ettiniz neden uzandığımı.

 

Kasım 2012’de kıl dönmesi ameliyatı olduğumdan fazla oturunca ağrı yapıyor.

 

Tabi kıl dönmesi süreci 2011’deki şeker komasıyla yoğun bakımda yatarken başladı. Kitapta bunuda anlatacağım.

 

Öğle namazından sonra babam balonu bağlar, laptop rahlesini karnımın üstüne koyar. Artık ben akşama kadar yatttığım yerde laptopla kitabı yazacağım, plan bu.

 

Balon, laptop rahlesi, bunlar neki, dediniz.

 

Balon dediğim şey, prezervatif balonlu dış sondadır. Ben şeker koması sonrasında idrar tutamama, sık idrara çıkma sorunu da yaşadım.

 

Kitabı yazarken ikide bir sıkışıp babamı çağırmayayım diye, balon bağlıyor.

 

Çünkü balon bağlamadığı zaman belki günde 9-10 kez ördek lazımlıkla yaptırıyor.

 

Balonun ucundaki bir metre hortum, bir naylon depoya bağlıdır. Babam balon bağlayınca günde sadece birkaç kez gelip depoyu ördekle boşaltıyor.

 

Babacığım Sincan’da bir marangoza, yattığım yerde karnımın üstüne koyabileceğim bir laptop rahlesi sehpa yaptırdı.

 


Babacığım, sırtüstü yattığım yerde karnımın üzerine rahleyi koyuyor.  45 derece eğik o rahle üzerine laptopımı yerleştiriyor ve böylece yazabiliyorum çok şükür...

 

İşte böyle o haftasonunda plan yaptım ve Ekim 2013’ün başında planımı uygulayarak kitaba başladım.

 

Şimdi, Yazar Arif Mayalı’nın 15-20 sayfa yazınca bana gönder, dediği o giriş kısmını yazarak başlıyorum.

 

Evet, biraz ilerleyince ona emaille göndereceğim ve verdiği taktikler üzerine yazmaya devam edeceğim inşallah... :

 

 

*************


SONRAKİ BÖLÜM    ---              ---   ÖNCEKİ BÖLÜM

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder