3 Ocak 2016 Pazar

18. BÖLÜM – 18/41



 
Rahat okunması için kitabı üç kısıma ayırdık; Giriş, Gelişme ve Sonuç.

 

Bu üç kısmı da, kendi içlerinde toplam 41 bölüme böldük.

 

18. Bölüm, Gelişme kısmına aittir ve Gelişme kısmı 17 bölümden oluşmaktadır. (14-30)

 

Bölüm’de yer alan alt başlıklar şunlardır:

 

18. BÖLÜM – 18/41.

18-a) İyi ki kızkardeşim var

18-b) Nur içinde yat Muharrem amca.

18-c) Erkek kardeşim astsubay oldu.

18-d) İrem’im doğdu.

18-e) İlginç olay.

18-f) Allah babamı korudu.

18-g) Benimki taklid-i Müslümanlıktı

 

 

Buyrun bu bölümü okumaya başlayalım:

  


 

1998’de bunalımda olduğumdan çevremi pek düşünemiyordum. Kızkardeşim o zaman lisede okuyor ve üniversiteye hazırlanıyordu. Beni çok seviyor ve halime çok üzülüyordu.

 

Bir gece anneme “Ben üniversiteyi kazanmayayım, yeter ki abim iyileşsin.” demiş. Kimbilir, Allah bu içten söylenen sözünden razı olmuştur.

 

Şu anda gurbette ingilizce öğretmeni olarak görev yapıyor. Çorum’a ilk öğretmenlik tayini çıktığında yalnız gitti. Babam beni bırakamadığı için gidemedi.

 

Kızkardeşim her işini yalnız halletti. Ama gizli bir el onun her işini rastgetirdi. Geceleri onun için ağlar, çok dua ederdim.

 

Hani bazı ikizler kardeşinin duyduğu acıyı hissederler ya. 2004’te babamla tekerlekli sandalyemle sokakta geziyorduk. Yokuştan inerken tekerlekli sandalye hızlandı.

 

Ön tekerler görmekte geciktiğimiz çukura düşünce ben öne doğru savruldum.

 

Ellerim üzerinde bir kaç metre kaydım. Ellerimin derileri sıyrıldı. Babam beni kaldırdı, tekerlekli sandalyeme oturttu.

 

Pansuman için eve geldik. Kızkardeşim kapıyı açtı. “Baba iki dakika önce öyle kalbim sıkıştı ki nefessiz kaldım, öleceğimi sandım” dedi.

 

Evet benim duyduğum acıyı aynı anda hissetmişti. Seni çok seviyorum abicim.

 

Allah’ım binlerce hamdolsun böyle sevgi dolu kardeşler verdiğin için... Berrin 2007’de evlendi. Allah ona, kalbi gibi temiz bir kulunu nasip etti hamdolsun.

 


2008’de yeğenim Ceren’im, 2011’de de Azra’m doğdu. Kızkardeşim beni her gün arar.

 

Telefonu kapatırken her zaman söylediğim son cümle: “I miss you” Yani seni özledim.

 

İki kızı Ceren (doğum:2008) ve Azra (doğum:2011) ikisi de telefonu kapatırken ‘Dayı Ay mis yu’ diyorlar.




Ceren ve Azra'yla Şubat 2016

Yiyesim geliyor. :) İngilizce öğretmeni anneleri öğretmiş.

 

 


 

Hastaneden çıktıktan sonra pek çok dostum bana moral verdi sağolsunlar. Özellikle Karel’den Mustafa Alkaş arkadaşım çok destek oldu. Her haftasonu bize gelir, yalnız bırakmazdı.




Ağustos 2013 Ereğli

Karel’den ayrılıp devlet işine girdi. O zamanlar aynı şehirdeydik. Fakat yıllar sonra tayini çıktı. Başka bir şehire gitti.

 

2006 yılında, bir bahar günü canım dost ve komşularım Efkan Hocam ve avukat Ali bey ile balkonda çay sohbeti yapıyorduk.

 

Cep telefonum çaldı. Mustafa ile aynı şehirdeki sevdiğim ortak dostumuz Kadir Yılmaz’dı arayan.

 

“Celȃl dostum, Mustafa’nın babası vefat etti. Katılabilirsen cenaze yarın kalkacak.” demişti.

 

Görüşmeden sonra gözyaşlarım şıpır şıpır damladı. Efkan hocam ve Ali bey teselli veriyordu fakat gözyaşıma engel olamıyordum.

 

Mustafa’nın babası Muharrem Alkaş amca çok merhametli ve iyi kalpli bir insandı. Beni atölyesinde çok misafir etmişti ve moral vermişti.

 

Muharrem Alkaş - Mustafa'nın düğününden 1999



Babam beni elli km uzaklıkta olan Mustafa’nın köyüne götürmüştü ve ona destek olmuştum.

 

Köyde onu ağlarken görünce dayanamayıp sarılmış beraber ağlamıştık.

 

İnsanlar ölümü kendisinden uzak sanıyor. Allah her an bizimde imtihanımızı sonlandırabilir. İnsan böyle yakınlarının cenazelerinde ölümü yakından hissediyor.

 

 


 

Hastalığım iyice ilerleyip tekerlekli sandalyeye mahkum oldum.  

 

Artık babam hergün sabah beni arabamızla işyerime götürüyor, masama oturtuyor; oradan Etimesgut Şeker Fabrikasındaki kendi işine gidiyordu.

 

Akşamları da, kendi işinden erken çıkıp beni alıyordu. Babamın amiri, babamın durumunu bildiği için hoşgörüyordu ama babam vicdanen çok rahatsız olmuştu.

 

Zaten il dışına da gidemiyordu. Bu vicdan huzursuzluğuna, Ancak üç yıl dayanabildi, 2001 yazında emekli oldu.

 

Kardeşim Faik Çelik, Altı yıldır şanlı ordumuzda Uzman Çavuş olarak çalışıyordu. 2001’de de dört yıldır Şırnak’ta görev yapıyordu. Bir izine geldiğinde yüzük takılmıştı.

 

Kardeşim Faik 1999’da ben aşırı depresyondan dolayı hastanede yatarken, Şırnak’ta görevliydi. Ben hastanede, o ise operasyonlardaydı.

 

Bana tekerlekli sandalyede olduğumdan sabırlı diyorlar ama kardeşimin sabrı benden az değildir. Gecekondu tarzı, fareli kerpiç bir evde dört yıl kalmış.

 

Telefonda hep iyi olduğunu söylüyordu ama kimbilir ne pişirip yiyordu. Çamaşır, ütü, çay, sıcak su, soba, yakacak… hep sabretmiş, o sıralar bekardı.

 

Babam Şırnak’tan tayin olduğu yeri öğrenmek için onu aradı. Müjdeyi verdi. Baba, size haber etmedim umutlanmayın diye...

 

Dün sınav sonuçları açıklandı, astsubaylığı kazanmışım, bir sene Ankara’da okuyacağım... Bu habere annem ve babam çok sevindi.

 

Annem ve babam önceden epey huzursuzlardı. Televizyondan doğudaki çatışmalarda şehit olan askerlerin haberlerini izlerken çok ağlıyorlardı.

 

Bir de o Şırnak’tayken ben hastanede yatmıştım.  Şimdi ise seviçlilerdi; oğulları ve gelini yanlarında olacaktı.

 

Kardeşim, Bursa ve Şırnak’ta aldığı maaşlarıyla kooperatiften bir ev sahibi olmuştu. Aslında, Babacığım, maaşını harcama, değerlendirelim, bizde yardım ederiz, diyerek desteklemişti.

 

Ve genç yaşta evsahibi olmuştu. Babam emekli ikramiyesi aldığı için, borçlanmadan 2001 yazında erkek kardeşimi evlendirdi. Ev bize yakındı. Evlenince bir yıl o evde oturdular.

 


 


 

Bir yıl sonra 11 Nisan 2002’de Ankara’da, çok sevdiğim ilk yeğenim, İrem'im dünyaya geldi. Aslında İrem’in tam adı Nuriye İrem ’dir. Nuriye annemin adıdır.

 


Sömestr tatili 2016 - Ankara





İrem doğduktan iki ay sonra Haziran 2002’de Dünya Futbol Şampiyonası vardı ve Türk Milli Takımı Dünya Üçüncüsü olmuştu. İrem’im ailemize mutluluk getirmişti.

 

2007 yılında da İrem’in şeker kardeşi İsa Çelik (babamın ve Çanakkale gazisi dedesinin adı)  Nizip’te doğdu. İsa da çok akıllı ve sevgi dolu bir çocuk.

 

Evet, Allah kader planında Faik’ime hayırlı bir eş ve çocuklar yazmıştı.

 

Canım kardeşim Faik'im mesleğine aşık, inançlı, merhametli, cömert, çalışkan, son derece dürüst bir Türk subayıdır.

 

Kendisinin bazen başına gelen olayları, ben iman gözlüğü ile geniş açıdan düşününce Allah'ın yardımını net görebiliyorum inşallah.

 

 


 

Kardeşim 2007’de Gaziantep’e tayin olduğunda yengem Değer (ikinci kez) sekiz aylık hamileydi.

 

Kardeşim Faik, gece yarısı sancı başladığında görev yaptığı kasabadan Gaziantep şehir merkezindeki özel hastaneye götürmek için yola çıkıyor.

 

Çünkü Gaziantep’te göreve başladığı bir aydır özel hastane hekimine kontrole götürmektedir.

 

Gece Gaziantep’e giderken yol boyunca doktorun telefonunu yirmi kez arar. Fakat cevap vermez.

 

(Doktor ertesi gün arar ve on sekiz cevapsız çağrı olduğunu ama duymadığını söyler. Doğum olmuştur bile…)

 

Kardeşim o gece, yol kapandığı için mecburen döndüğü istikamette yolu şaşırır. Zaten Gaziantep’te yenidir ve arkada yengem sancılıdır.

 

Devlet Hastanesine gitmek için yolda rastladığı bir gence yolu sorar. Genç, abi ben götürebilirim, der ve arabaya biner. Gece yarısı hastaneye gelirler.

 

Sedyeyle hemen yengemi götürürler ve doğumhaneye sokarlar. Kardeşim bir-iki dakika sonra, onlara yolu tarif ederek hastaneye getiren genci hatırlar.

 

Aşağı arabanın yanına gence teşekkür edip, taksi parası vermek için iner, bakar ama genci bulamaz. Çevreye epey bakınır ama genç kaybolmuştur…

 

Ben o gencin Hızır AS olduğunu düşünüyorum.

 

Yeğenim İsa'm gece yarısı doğar. (2007) Kardeşim Faik doğum için ayırdığı 1500 TL’nin yarısını önüne gelen doktor, hemşire, hastabakıcı, temizlikçi vs... dağıtmış.





Nisan 2012 - Şanlıurfa

 


 

Sanırım 2000 yılıydı.  Babam kendi işyerinden çıkmış, beni almaya geliyormuş. Bir kavşakta durmuş. Yeşil yanınca geçmeye başlamış.

 

Sağ yöndekilere kırmızı yanmasına rağmen bir araba durmamış. Hızla kavşağa girmiş ve babama sağ arka tekerden çarpmış. Bizim araba 180 derece dönerek kaldırıma çıkmış.

 

Allah babamı korumuş. Babam o anda kazayla veya arabayla ilgilenme yerine telefon edecek yere bakınmış. Beni aradı dedi ki: “Oğlum kaza yaptım. Korkma iyiyim.

 

Arabayla gelen bir arkadaşına rica et. Seni eve bıraksın.” O akşam beni Süha arkadaşım eve götürmüştü. Babam da arabayı sanayiye çektirdikten sonra eve gelmişti.

 



Ben konudan konuya atlıyorum. Farkındayım, fakat aklıma bazı anektodlar geliyor. Sizlerle paylaşıyorum. Evet, yine hayatımı anlatmaya dönüyorum. 

 

 


 

Evet 1999’da hastaneden çıktıktan sonra, kalbimin derinliklerinde Allah'ın her an beni görüp kolladığını ve işlerimi yoluna koyduğunu hissediyordum.

 

Fakat hastalık psikolojisinden kurtulup dünyada neden yaşıyoruz, diye hiç düşünmüyordum. 

 

Dini bilgim çok azdı, o zamanlar işyerinde ramazanlarda oruç tutardım, gelenek ve kültür olarak. Hatta arkadaşlarla iftar yemeklerine lokantalara giderdik. Yani babam götürürdü.

 

Üniversitede de ramazanlarda oruç tutardık. Yurtta sahura kadar sohbet muhabbet, sonra yer yatardık. Önemli ders yoksa okula gitmez, iftara kadar uyurduk.

 

Konya’da bazen denk gelirse arkadaşlarla cuma namazına da giderdim.

 

Yani benimki taklid-i bir müslümanlık, kültürel müslümanlıktı.

 

İman, kalpten inanmak demektir. İman, şu altı esasa inanmaktır. Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına, öldükten sonra yeniden dirilmeye ve hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine, kadere inanmak…

 

İman iki çeşittir. Taklid-i ve Tahkik-i. 

 

Bizler hamdolsun müslüman bir ana babadan doğduk. Ezan sesleri ile büyüdük. Ama tanıdığım kişilerin hepsinin imanı “Taklid-i iman”

 

Taklid-i iman, düşünüp akıl yürütmeden inanmaktır. İmanın şartlarına aklını çalıştırmadan inanmak… Başkalarının imanını adeta taklit ederek inanmak…

 

Yani ana, babadan, çevreden ve okulda öğrendiğimiz bilgiler ile gönüle inmemiş bir iman.

 

Çoğumuzun bildiği, dinimiz islam, kitabımız Kuran, peygamberimiz Hz. Muhammed SAV, Bedir, Uhud savaşı, vs... 

 

Bir de imanın her şartını araştırarak, büyük alimlerinin kitaplarını okuyarak, sohbetler dinleyerek düşünerek inanmak, şüphelerden kurtulmak… Buna da Tahkik-i iman diyoruz.

 

İmanın tüm şartlarını çok iyi bilmekle kalmayıp düşünen, aklını, mantığını kullanıp araştırarak sorgulayan ve gerçeği bulan bir imandır.

 



Pekçok alim bu asırda taklidi iman kurtarmaz, diyor. Tahkiki imana ulaşmalıyız ki kabir ve ötesindeki sorguları inşallah kolay geçelim.

 

Evet benimkisi taklid-i imandı. Çünkü işyerinde ateist bir arkadaşımla tartışmıştım ve sorduğu, Allah’ın varlığını bana ispat et, sorusuna cevap verememiştim o zamanlar…

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder