3 Ocak 2016 Pazar

23. BÖLÜM - 23/41




Rahat okunması için kitabı üç kısıma ayırdık; Giriş, Gelişme ve Sonuç.

 

Bu üç kısmı da, kendi içlerinde toplam 41 bölüme böldük.

 

23. Bölüm, Gelişme kısmına aittir ve Gelişme kısmı 17 bölümden oluşmaktadır. (14-30)

 

Bölüm’de yer alan alt başlıklar şunlardır:

 

23. BÖLÜM - 23/41.

23-a) Hayatın Gayesi

23-b) Neden imtihan oluyoruz?.

23-c) Aşk Bir Davaya Benzer

23-d) Cennete gitmek istiyorum çünkü…...

23-e) Dünyanın Yaşanmış En Güzel AŞK Hikayesi

 

 

Buyrun bu bölümü okumaya başlayalım:

 

 

Herşeyin bir gayesi vardır. Örneğin, bu bilgisayardaki her tuşun bir görevi vardır, gereksiz bir tuş koymamışlar. Kainatta da Allah sebepsiz, gayesiz, hikmetsiz hiçbir şey yaratmamıştır.

 

Mesela, bize gereksiz görünebilir ama uzaydaki trilyonlarca yıldızlar boşuna değildir. Ehl-i keşif ve keramet sahibi islam alimi Bediüzzaman Said Nursi (1876-1960) bu konuda şöyle diyor:

 

Geceleri çok uzakta yanan ışık, o evde yaşayanların olduğunu gösterdiği gibi, parlayan yıldızlardaki ışık da, orada yaşayan sakinleri gösterir. İşte o sakinler MELEKLER’dir.  (Detayları Sözler isimli eserinde delilleriyle anlatmış.)
 

***

 

Evet insanın da bir yaratılma gayesi vardır. Yine rahmetli o büyük alim özetle şöyle diyor:

 

İnsana doğuştan koyulan duygular ve cihazlar bir terazidir.

 

İnsanın yaratılma gayelerinden birisi, o teraziyi kullanıp Allah’ın ihsan ettiği nimetleri tartması ve çok çok şükretmesi içindir.

 

Verilen o cihazlar Allah’ın kutsi isimlerini açan anahtarlardır. Onlar, Allah’ı tanımak içindir. İnsan bunu bilmezse, o özellikleri sahiplenir ve zamanla firavunlaşma yoluna girer.

 

Mesela, insanda sahip olma duygusu vardır. Ben nasılki bu evin sahibiyim, onda istediğim değişikliği yaparım. Bu dünya evinin de istediği tasarrufu yapabilen sahibi var, demeliyiz. 

 

Mesela, ben nasılki görüyorum. Allah da herşeyi görüyor. Allah ben Basir’im, herşeyi görürüm, diyor. İşte Allah insana göz cihazı vermiş ki, onunla tarttık, anlayabildik. Yani göz bir terazidir.

 


Böylece Allah’ı daha iyi tanımış oluruz. Düşünelim, biz insanlarda ikram etme duygusu vardır.

 

Ben nasıl ikram ediyorsam, Allah’ta dünyayı nimetlerle doldurmuş bize ikram ediyor, diye düşünmeli ve çok şükretmeliyiz. Yani ikram etme duygusu terazisiyle… 

 

Şu kutsi Hadis-i Şerif’te Peygamber Efendimiz SAV,

Allah-ü Tealâ’nın şöyle buyurduğunu bildirmiştir:

 

 “Küntü kenzen mahfiyyen fehalaktü’l halka liya’rifûnî”

 

(Ben gizli bir hazineydim; bilinmeyi istedim ve bunun için mahlukâtı yarattım.)

 

Evet bizim dünyaya geliş gayemiz, yaratılmamızdaki hikmet, Rabbimizi tanımamız ve bu konuda marifet sahibi olmamızdır.

 

Kişi karşısındakini tanıdıkça sever, kuralı gereği Rabbimizi tanıdıkça O’na sevgimiz artar.

 

O muhabbet neticesinde Rabbimizi üzmemek için günahlardan uzaklaşmalı ve ibadetimizi aşkla yapmalıyız.

 

***

 

Evet hepimiz biliyoruz ki, dünyaya imtihana geldik. Zaten Rabbimiz şu ayetlerde der ki:

 

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya suresi, 35. ayet)

 

“Hanginizin daha güzel iş ortaya koyacağını denemek için, ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O azîzdir, gafurdur (üstün kudret sahibidir, affı ve mağfireti boldur) ” (Mülk suresi, 2. ayet)

 

 


 

(Sevgili Mevlevi Yazar Son Mesnevihan Hayat Nur Artıran hocamızın tekrar tekrar tefekkür ederek okuduğum “Aşk Bir Davaya Benzer” isimli kitabındaki bu yazısı bana huzur verdi. Kendisinden izin alarak kitabıma ekledim.

 

Aslında bu kitapta ilahi aşk yolculuğumdan bahsettim. Ama ilahi aşkı nasıl yaşadığımın detaylarına girmedim. Zaten uzun olan bu kitap daha da uzayabilirdi.

 

O yüzden fakiriniz size H. Nur Artıran’ın “Aşk Bir Davaya Benzer” isimli kitabını okumanızı tavsiye ederim. Benim gibi cümleleri tekrar tekrar okuyacağınızdan eminim.)

 


Bir insanın maddi, manevi gerçek değeri, dolayısıyla da ne derece kamil veya cahil olduğu ancak nefsiyle imtihan edildiği zaman meydana çıkar.

 

   Mesnevi, cilt 2, 2947: “Kendisinde bulunan hayır ve şerrin meydana çıkması için her şey imtihan edilir. Bu imtihan elek gibidir, sapla samanı birbirinden ayırır.”

 

   (Ankebüt suresi, 2. Ayet): “İnsanlar, inandık demeleriyle, hemen kendi hallerine bırakılacaklarını, hiç imtihan edilmeyeceklerini mi sandılar?

 

   Yemin olsun ki, Biz onlardan öncekileri de çeşitli fitneler yoluyla denemişizdir. Elbette Allah, özü ile sözü bir olanları bilecektir. Elbette O, yalancıları da bilecektir.”

 

Demek oluyor ki bu imtihan, özümüzle sözümüzün  bir olması, sapla samanın birbirinden ayrılması için mutlaka gereklidir. Peki nedir özümüzle sözümüzün bir olması? Bu sorunun cevabı. A’raf süresinin 172. ayetindedir.

 

    (A’raf suresi, 172. ayet): “Rabbim Adem evlatlarından misak aldığını da düşün. Rabbin onların bellerinden zürriyetlerini almış ve onların kendileri hakkında şahitliklerini istiyerek ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ diye buyurunca, onlar da ‘Evet, Rabbimizsin’ diyerek ikrar etmişlerdi.

 

   Kıyamet günü, bizim bunlardan haberimiz yoktu demeyesiniz, yahut ne yapalım, daha önce babalarımız Allah’a şirk koştu biz de onlardan sonra gelen bir nesil idik. Şimdi o batılı başlatan, gerçeği çiğneyip örten kişiler yüzünden bizi helak mı edeceksin, gibi bahaneler bulmayasınız diye Allah, bu ikrarı, bu sözü sizden aldı.”

 

Elest bezminde tüm ruhlar, Cenab-ı Allah’ın Rabb oluşunu söz ile kabul ve tasdik ettiler. Elbette verilen bu sözün bir de yaşanarak ispat edilmesi gerekir.

 

İslamiyet’in temel şartlarından biri, dilin söylediğini gönlün tasdik etmesidir. Dilimizin inanarak söylediğini hayata geçirip yaşamak o şeyi gönlün tasdik etmesidir.

 

O nedenle ki Ankebüt suresi 2. ayette “İnsanlar inandık demeleriyle, hemen kendi hallerine bırakılacaklarını, hiç imtihan edilmeyeceklerini mi sandılar?” Çünkü söz ile ikrar etmek, taklidi bir davranıştır ve tahkik yerine geçmez.

 

Arz edilen ayet gereğince de, buyurun imtihan dünyasına, dilinizle ikrar ettiğinizi halinizle yaşayarak tasdik edin, denir.

 

Bu sebepten dolayıdır ki bu dünya, imtihan yeri kabul edilmiştir. Ezel aleminde verdiğimiz sözü yaşamanın imtihanıdır bu.

 

İnsan olmanın, insanca yaşamanın sırrı bu ayette saklıdır. Söz konusu ayetle ilgili çok önemli diğer bir husus da, bir tek ayet için de ispat ile ikazın cem edilmiş olmasıdır.

 

Elest hitabında, Cenab-ı Allah’ın Rabb oluşu tasdik edilmekle birlikte, derinliklerinde oldukça sert, çok ciddi bir ikaz da bulunmaktadır.

  

   (Mesnevi, cilt 5, 174): “Bizler, kaza ve kader hakiminin şu dehlizinde  yani şu hapishane gibi olan dünyada, ‘Ben sizin Rabbiniz değimliyim?’ sorusunun cevabına, ‘Evet, Rabbimizsin’ diyerek bir ahitte  bulunduğumuz, bir söz verdiğimiz için bu ezel davasının görülmesi, gerçekleşmesi için bu dünyada imtihan olmaya gelmiş bulunmaktayız.

 

   Neden ezel hakiminin mahkeme koridorlarında susup duruyoruz? Biz buraya davranışlarımızla şahitlik etmeye gelmedik mi? Neden Hz. Muhammed’in (sav) emirlerine uyarak, insan gibi yaşayarak şahitliğimizi, kulluğumuzu yerine getirmiyoruz?”

 

Bela, mana itibariyle Arapça ‘evet’ demekse de, diğer şekliyle bela yani dert, keder, ıstırap ifadesi taşır. Bela’da O’nun (c.c) sayısız güzelliği, aşk u muhabbeti görüldüğü için gökten yağmur gibi  bela yağsa da ses çıkarmadan başını ona tutmaktır aşk.

 

“Ya Rabb belandan bir an dahi ayırma beni” diye yalvarıp yakarıldı. Binlerce can bağışlanıp O’nun belası satın alındı. Kimisi bu alemde geçici saadet ararken, kimisi baki olan gözyaşı, acı ve ıstırapa talip oldu.

 

(Aşk Bir Davaya Benzer – H. Nur Artıran, Sayfa:  237-239)

 

 


 

Efendim bu başlık, son Mesnevihan (Hz. Mevlana’nın eseri Mesnevi’yi her yönüyle en iyi bilen kişi) sevgili Hayat Nur Artıran Hanımefendi’nin “Aşk Bir Davaya Benzer” isimli kitabındaki kitapla aynı isimli bölümün adıdır.

 

Evet bu yazıda küçüklüğümüzden beri duyduğumuz bu dünya imtihan dünyasıdır, hakikatının içeriğini öğreneceğiz.

 

Evet neden imtihan oluyoruz, neyin imtihanıdır bu, ve Allah elbette biliyor ama o zaman neden imtihan yapıyor, gibi merak ettiğimiz soruları Nur hocamız kitabında çok güzel açıklamış.

 

Bu yazıyı, yine sevgili Kas hastası dostum İbrahim Oğuz Word’e aktardı, Allah razı olsun.

 

(Sevgili Mevlevi Yazar Hayat Nur Artıran hocamızın tekrar tekrar tefekkür ederek okuduğum “Aşk Bir Davaya Benzer” isimli kitabındaki bu yazısı bana huzur verdi. Kendisinden izin alarak kitabıma ekledim.)

 


    (Mesnevi, cilt 3, 4008): “Aşk bir davaya benzer, cefa çekmek de davanın tanığıdır. Tanığı olmayan her dava mutlaka kaybedilir. Ben, cefaya uğrayıp kemale ereceği ve safa bulacağı zaman kaçan, sonra da safa, huzur dileyen kişinin aklına şaşarım.

 

   Zamanın kadısı senden tanık isterse, sakın ona incinme. Cefayı, kederi, ıstırabı güleryüzle karşıla, onları bağrına bas da hakikat definesini elde et. Çünkü onlar, senin aşkının tanıklarıdır.”

   

Cenab-ı Allah cümle alemi zerre zerre aşk ile, daha doğrusu on sekiz bin alemin Mustafa’sı olan habibi hürmetine, onun aşkına yarattı.

 

Aşkın tecelli etmediği bir tek zerreyi dahi bu alemde göstermek mümkün değildir. Eşref-I mahlukat olarak yaratılan insan ise aşkı ilk defa elest bezminde ruhlar aleminde “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” hitabıyla tanıdı.

 

Cenab-ı Hakkın o eşsiz güzelliği ve sesindeki letafet karşısında ilahi aşka düşüp sarhoş olmayan bir tek kişi dahi düşünmek çok büyük cehalet olur. Bu konuda Hz. Mevlana şöyle der.

    

    (Rubailer, cilt 4, 147): “Benim bütün düşüncelerim ruhlar aleminde verilen ezeli ikrarının mesti olmuştur. O ikrarın zevki ile yalnız ben mest değilim. Bütün insanlardan eğer bir tane bile ayak varsa ben imansızım.”

 

Görüldüğü üzere : Hz. Mevlana, elest bezminde aşka düşüp o aşk ile de sarhoş olmayan bir tek kişi varsa ben imansızım, diyerek imanı üzerine yemin etmiştir. Aşkın ve kul olmanın sırrı Araf suresi, 172. ayette gizlidir. Bu konu elest bezmi sohbetimizde uzun uzun anlatılmıştır.

 

A’raf suresi, 172: “Rabbim Adem evlatlarından misak aldığını da düşün. Rabbin onların bellerinden zürriyetlerini almış ve onların kendileri hakkında şahitliklerini istiyerek ‘Ben sizin Rabbiniz değimliyim?’ diye buyurunca onlar da ‘Evet, Rabbimizsin’ diyerek ikrar etmişlerdi. Kıyamet günü, bizim bunlardan haberimiz yoktu demeyesiniz yahut ne yapalım, daha önce babalarımız Allah’a şirk koştu biz de onlardan sonra gelen bir nesil idik. Şimdi o batılı başlatan, gerçeği çiğneyip örten kişiler yüzünden bizi helak mı edeceksin, gibi bahaneler bulmayasınız diye Allah, bu ikrarı, bu sözü sizden aldı.”

 

Sonuç itibariyle, aşk bir davaya benzer, çünkü tüm ruhlar beli demekle aşıklık iddiasına giriştiler. Dolayısıyla yüce yaratıcıya kul olduklarını iddia ettiler.

 

İddia ise ispat gerektirir, bir şeyi ispat etmek için de mutlak şahit isterler. O nedenle acı, ıstırap ve kederlerimiz ilahi aşkımızın şahitleri sayılmıştır.

 

Şeyh Galib Hazretleri de, bu duruma işaret ederek: “Derd-ü mihnettir, beladır adı aşk. Bir marazdır, ibtiladır adı aşk.” demiştir.

 

Elest bezminde verdiğimiz kul olma sözünü tasdik etmek, aşk iddiamızı yaşayarak ispat etmek tümüyle, Muhammed (sav) ümmetine yakışır bir ahlak güzelliği içerisinde yaşamaktır.

 

Cenab-ı Hakk’ın kaza ve cevasına rıza göstermektir. Eğer bu dünya mahkeme salonu ise tanıkları acı, ıstırap ve beladır. Kişinin maddi ve manevi tüm hal, tavır ve davranışlarına göre tanıkların mahiyeti ve özelliği de değişecektir.

 

Ankebut süresinde, “Özü sözü bir olanla olmayanı fitne yolu ile denedik” buyurulmuştur. Bizler, fitneyi bozgunculuk, fesat ve benzeri şeyler olarak kabul ederiz.

 

Fakat fitne, Arapça bir kelime olup, iyiyi kötüden ayırma demektir. Araplar altın, gümüş ve çok değerli madenleri yüksek ateşte yakarak halis bir hale getirmeye fitne derler.

 

Ayet-i kerimeyi, bu çerçeveden düşündüğümüz takdirde, “Çeşitli imtihanlar sebebiyle iyiyle kötüyü, sahte ile gerçeği birbirinden ayırdık.” Anlamına geldiğini görürüz.

 

Fakat şunu da bilmek gerekir ki, Cenab-ı Allah’ın imtihan yoluyla bizleri denemesine, bilmesine hiç ihtiyaç yok. Yüce Yaratıcı yarattığı kulun ne olduğunu daha ruhlar alemindeyken bilir.

 

İmtihan, biz aciz kullar için gerekli. O, sadece hiç kimseye haksızlık yapılmadığını anlamamızı, görmemizi, bilmemizi ister.

 

(Aşk Bir Davaya Benzer – H. Nur Artıran, Sayfa:  239-240)

 

 

23-d) Cennete gitmek istiyorum çünkü…  

 

Evet cennete girmenin yegane şartı müslüman olmaktır. Müslüman olabilmenin de tek yolu, o Elest Bezminde verdiğimiz sözü, hem kalben hem lisanen söylemektir.

 

Eşhedü enla ilahe illallah, ve eşhedü enne Muhammeden abduhü ve resuluhü…

 

Elest Meydanında bize açılan dava neydi, Evet Sen bizim Rabbimizsin, (Kalu Bela) sözünü, Allah’ı sevdiğimizi dünyada ispat etmemizdi.

 

Yani, Kelime-i Şehadet cümlesini kalben ve dille söyleyerek kabul etmek ve bu kabulümüzü amellerimizle yaşayarak ispat etmek gerekiyor ki, o davayı kazanalım. 

 

Hz. Mevlana, Aşk bir davaya benzer, cefa, ızdırap o davanın tanıklarıdır. Sen hiç tanıksız bir davanın kazanıldığını gördün mü, demişti. 

 

Nefsin hoşuna gitmeyen namaz, oruç, zekat, hac gibi ibadetlere ve hastalıklara sabretmek ve sevdiğimizden yani, Allah’tan geldiğini bilerek şükretmek;

 

Sevdiklerimizi kaybetmeye, başımıza gelen musibetlere, sıkıntılara tam bir teslimiyetle sabretmek, evet bunların hepsi mahşerdeki büyük mahkemede tanıklarımız olacaktır.

 

İnşallah hepimiz o davayı kazananlardan oluruz.

 

Ve bu hastalık bana Allah’ın hediyesidir ki, sabredeyim, şükredeyim, mahşerde Allah’a olan sevgime şahit olsun. Allah beni sevmiş ki, bana hastalık vermiş elhamdülillah.

 

Firavunu hiç sevmemiş ki, ömrü boyunca grip olmamış, başı bile ağrımamış.

 

Tekrar etmek istiyorum. Cennete gitmenin yegane şartı müslüman olmaktır.

 

Ve bir insanın müslüman olmasının birinci şartı, o şehadet cümlesini lisanen söylemesi ve kalben tasdik etmesidir.

 


Burada antiparantez şunu belirteyim.

 

Benim acizane cennete gitme amacım, huri veya köşk değildir. Bunlar Rabbimizin lütfundan ikramıdır.

 

Cennete gitmek istiyorum, çünkü bütün salih kullar ve iyi amel işlemiş sevdiklerimiz orada, onlarla görüşüp dost olmak istiyorum, hem de sonsuza dek.

 

Faik dedem, babannem, İsa dedem, annem, babam ve tüm peygamberlerle birlikte Allah’ın sevgilisi Efendimiz Hz. Muhammed’in SAV ziyafet sofrasına oturmak istiyorum.

 

Bütün bunlarında çok üstünde birşey var. Bütün insanların içindeki özlem ancak orda dinecek. Cenab-ı Allah’ın cemalini ancak cennette görebileceğiz. Büyük bir islam alimi şöyle diyor;

 

“Dünyanın bin sene mesudane hayatı, cennetin bir saatine karşılık gelmiyor.

Böyle bir cennetin bin senesi ise Cemalullah’ı seyretmenin bir saatine karşılık gelmiyor.”

 

Sözün bittiği yer… 

 

Yunus Emre hazretleri ne güzel söylemiş:

 

Cennet, cennet dediğin,

Üç beş köşkle üç beş huri.

İsteyene ver onları,

Bana Seni gerek Seni.

 

 

Allah hepimizi, Kuran’ı okuyan, okuduklarımızı anlayan, anladıklarımızla amel eden, Kelime-i Şehadet cümlesine uygun yaşayan ve sonunda cenneti, cemaliyle müşerref eylediği salih kullarının arasına katsın. 

 

 


 

(Not: Peygamber Efendimiz SAV 25 yaşındayken, kendisinden 13-15 yaş büyük Hz. Hatice ile evlenmiştir. Ve Hz. Hatice (RA) ile o ölene kadar yirmibeş yıl tek eşli bir evlilik yapmıştır.  

 

Efendimizin SAV çok evliliği, 52 yaş sonrasıdır ve pekçok nedenleri vardır. Bu konuda Google amcadan sorabilirsiniz.)  

 

     Ne Leyla diyeceğim size ne de Mecnun, Ferhad, Romeo vs. vs..  En güzel aşk hikayesi Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ile Hatice  Validemizin hikayesidir.. 

 

     Sanır mısınız ki Leyla ile Mecnun evlenseydi, ya da diğerleri..Aşkları dillere destan olur, günümüze kadar ulaşırdı?

 

    *Hayır tabii ki!

    Belki bir kaç sene sonra bitecekti.. Yaşanmadığından, kavuşulmadığından hep bunlar...  Ama siz bir bakın Efendimizle SAV, Hatice Validemizin RA aşkına ALLAH için!

 

    Bu, yaşanmış hem de uzun yıllar boyu yaşanmış bir aşk.. Ahla kissat hub fil alem

 

    Mekke fethinin ilk günü, o karışıklık, o heyecan esnasında Efendimiz yaşlı bir hanımla karşılaşıyor, O'nun yanına gelmesini önlemek isteyenlere "Bırakın" diyor gelsin..  Sırtından abayasını çıkarıp, hanımın altına seriyor ve birlikte oturup bir saat kadar sohbet ediyorlar..

 

   Aişe Validemiz RA merak ediyor ve sonrasında;

 

 -- "Kimdi o? Neler konuştunuz?" soruyor..

Cevaba bakar mısınız;

 

 -- " O, Hatice'nin arkadaşı idi, eski günleri yad ettik"

   

    Hatice Validemiz vefat etmiş, aradan yıllar geçmiş, vefayı, sevgiyi, özlemi görüyor musunuz?  Ve o hengamede..

 

     Ve Hatice Validemize bakın;

      Yaşı 55..

     Efendimiz o sıra Hira mağarasında, nübüvvetten evvel ibadette.. Her gün O en sevgili'ye yiyecek taşıyor! Her gün gidiyor ve O'nunla biraz oturuyor..

 

     Hira Mağarasını bilir misiniz siz? Ne kadar yüksektir ve çıkması ne kadar zordur? Bugün gençler bile çıkarken ter içinde kalırlar, çok yorulurlar..  Yaşı 55 Hatice Validemizin ve her gün Habibini görmeye gidiyor!

 

    Yine bakınız ki o asil hanıma, Efendimizden daha yaşlı olduğu için O'na üstüne evlenmesini teklif ediyor!  Düşünebiliyor musunuz?

 

    O'nu öylesine seviyor ki, sadece O'nu mutlu edeceğini düşündüğü için "Evlen"  diyor!   Ama O, reddediyor, asla O'nu incitmek istemiyor..  Hanım'a bakın! Ve sevgisine..

 

    Yine ilk vahiy geldiğinde O'na nasıl destek olduğuna, yüreğini, malını, canını nasıl serdiğine bakin..  Ve Efendimizin yüreğindeki Hatice Validemizin yerini düşünün, çok hadislerde geçer..

 

    Yine Validemizin vefatından çok uzun yıllar sonra kız kardeşi Hale, Efendimizin evine gelir ve kapıyı çalar.. 

 

    Öylesine heyecanlanır ki O, kapıya koşar, eli ayağı dolaşır..

 -- "Neden" derler.. 

 -- "Hatice'nin çalışı bu" buyururlar..Ve "Sanırım Hale'dir gelen" derler..

 

        En güzel Aşk hikayesi budur!

        Yaşanmış ama pörsümemiş, eskimemiş, yepyenidir..

        Sallallahu aleyhi ve sellem….*

 


     **Bizlerin muhterem Validemiz'den alacağı cok dersler var..

 

           O'na, Onlar'a benzeyenlere selam olsun..*

 

***

 

Acaba Gönül o saflığını koruyabildi mi? Ya ben?

 

Belki de bu hastalık olmasa günahlara dalmıştım. Belki de bu imanı kazanamayacaktım. Belki o aşık olduğum güzel genç yüzün arkasındaki onu yaratana aşık olduğumu bilemeyecektim.

 


Allah bilir, sağlıklı olsaydım da Gönül’le evlenseydik, belki de geçinemeyecektik. Akrabalardan ve arkadaşlardan boşananların sayısı az değil çünkü... 

 

Bilmiyorum Gönül’ün kalbindeki o iman tohumu yeşerdi mi, dünyaya mı daldı. Gerçek aşk, bir ömür boyu sevdiğinle cemaat olup Allah’a secde etmekle yaşanır. 

 

 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder