3 Ocak 2016 Pazar

26. BÖLÜM - 26/41



 

Rahat okunması için kitabı üç kısıma ayırdık; Giriş, Gelişme ve Sonuç.

 

Bu üç kısmı da, kendi içlerinde toplam 41 bölüme böldük.

 

26. Bölüm, Gelişme kısmına aittir ve Gelişme kısmı 17 bölümden oluşmaktadır. (14-30)

 

Bölüm’de yer alan alt başlıklar şunlardır:

 

26. BÖLÜM - 26/41.

26-a) Baklavadan daha güzel ne var?.

26-b) Müzik ruhumun gıdasıdır

26-c) Musiki ibadettir ama hangi musiki?.

26-d) Ud sesi de Ney sesi gibi ilahi midir?.

26-e) Patron böyle olmalı

26-f) Peygamber Efendimizin (SAV) Affediciliği

 

 

Buyrun bu bölümü okumaya başlayalım:

 


 

Dünya ağlamalı bir hüzün dünyasıdır. Bir yanda savaşlar... Bir yanda ölümler... Afrika’da aç çocuklar... Yurdumuzun terör belası... Yetim kalan şehit çocukları...

 

Bu dünya hep ayrılıklarla dolu. Büyük kavuşmalar inşallah mahşerde olacakmış Allah’ın lütfuyla... 

 

Her zaman sanat müziği ve tasavvuf müziği dinliyorum. Ve aşkla kalbim rikkate geliyor. Çoğu zaman namaz kılarken ağlıyorum. Gözyaşlarım şıpır şıpır damlıyor.

 

Ağlamak bana baklavadan çok daha lezzetli geliyor.

 

Bazen de namazda ağlayamıyorum. O zaman o gün neler yaptığımı ve neler konuştuğumu düşünüyorum. “Allah’ım bana bu akşam neden gözyaşı vermedin?

 

Bilmeyerek bir günah işlediysem affet” diyorum. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) 'in yaptığı duayı bende tekrarlıyorum:

 

“Allah’ım yaşarmayan gözden, ürpermeyen kalpten sana sığınırım.”

 


 


 

Ben müzik dinlemeyi çok seviyorum. İşyerindeyken bazen arkadaşlar takılıyorlardı: “Çıkar artık şu kulaklıkları, bıkmıyor musun” diyorlar.

 

Önceden dinlediğim şarkıların sözleriyle hep aşık olduğum insanın bana hitap ettiğini düşünür ağlardım.

 

Artık dinlediğim tüm şarkılar bana O’nu (Sallallahu aleyhi ve sellem) hatırlatıyor. Mesela bu satırları yazarken radyoda bir sanat müziği çalıyor:

 

     Tadı yok sensiz geçen ne bahârın, ne yazın

     Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın

 

Gazetelerin üçüncü sayfasını okuyamaz olduk. Cinayetler, hırsızlıklar, nefsinin ve şeytanın esiri insanların yaptıkları…

 

Dünya getirdiğin dinden, ahlakından ve merhamet yüklü mesajından ne kadar uzaklaştı.  Neredesin Ya Resulallah? Sensiz dünyanın tadı kalmadı.

 

Bu durum size tuhaf gelmiş olabilir. Ben dinlediğim her şarkıdaki veya türküdeki sözlerden etkilenirim. Ama olay şu ki, ben karşı cinsi düşünüp hüzünlenmiyorum.

 

Fakat yukarıdaki şarkıyı dinlerken yeğenim İrem’i de hayal ettim. Gurbetteler ve yılda bir-iki kez görüşüyoruz. Tadı yok sensiz baharın derken onu da düşündüm.

 

Çok sevdiğim bir dostum var. Yazları beraber akülü arabamla parka gider, çay içerdik. Başka bir şehre tayini çıktı, artık görüşemiyoruz. Şarkıyı dinlerken onu da düşündüm mesela.

 

İçim sevgiyle dolu…  Yani, ben asla karşı cinsi düşünüp hüzünlenmiyorum.

 

Konu müzikten açılınca, Müziğin dindeki yerinden bahsettiğim bir yazımızı paylaşmak istiyorum:

 

 


 

Bu konuyla ilgili sevgili Mevlevi Yazar Hayat Nur Artıran hocamızın bir röportajından ilgili bölümü aktarıyorum:

 

Hazreti Mevlânâ’ya göre musiki Cenabı Allah’ın sesini sembolize etmektedir. İşte o sema ayini sırasında semazen Cenabı Hakkın sesini duyar, vecde gelir ve dönüp sema etmeye başlar.

 

Sema niçin Cenabı Allah’ın sesini sembolize etmiştir?

 

 



ARTIRAN: Araf suresi 172. ayetinde “Elestü bi Rabbeküm” hitabında “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demiştir. Ve bütün ruhlar da “belâ” derler. “Evet, sen bizim Rabbimizsin” diye tasdik ederler.

 

Mevlânâ Hazretleri “O gün Kâlu belada o sesi duymayan, o cemali görmeyen bir kişi varsa ben imansızım” der.

 

O kadar büyük bir yemindir bu. Demek oluyor ki o Elest hitabında yaratılan ve yaratılacak herkes Cenab-ı Hakkın sesini işitip, cemalini görmüştür.

 

Hazreti Mevlânâ’dan bahsederken Mevlevi müziğinden bahsetmeden olmaz. İslâmiyette müziğin yeri nedir?

 

ARTIRAN: Hani müzik ruhun gıdasıdır derler ya, işte pirimiz der ki, Musikiden alınan zevk, ruh bir anda o Elest de Rabbinin sesini duymuş gibi zevk alır, sesini hatırlar, o anı hatırlayarak vecde gelir ve mutlu olur, semaya başlar.

 

Mesnevi’de şöyle geçer. Gönül ehli kişiler musiki nağmelerini gökyüzünün dönüşünden ve gökyüzündeki meleklerin tespih sesinden almışlardır.

 

Dede Efendiler, Zekayi Dedeler, Itriler hem kalbini Hakka açmış, hem de kulağını Allah’a vermişler.

 

“O gökyüzü âşık olmasaydı, aşkından dönmeseydi başı döner yere düşerdi” diyor pîr. Gökyüzü âşık, gökyüzü aşk ile dönerken onunda bir zikri var.

 

Kâinatta Allah’ı zikretmeyen bir zerre var mıdır ki? Zaten bir Kur"an ayetidir. Yaratılan her şey kendi dilleri ile Allah"ı zikrederler.

 

Her şey kendi dilleri ile Allah’ı zikreder diyor Muhyiddin İbn-i Arabi Hazretleri. Ve gökyüzünün zikrini duyuyorum, diyor. Mesnevi beytinde diyor, bunu.

 

Onun için musikiye bazı insanlar hoş bakmış bazıları da hoş bakmamıştır.

 

Musiki denilen şey âşığın aşkını, fasığın fıskını artırır. Bu hangi niyetle dinlediğine bağlıdır.

 

(Yani sanat ve tasavvuf müziği, bazılarının ve benim ibadet aşkımı artırırken, sözleri şeytanın telkini olan şarkılar ise, günahkarın günahını artırır...

 

… Kahpe felek, kötü kader, içelim, hepsi senin mi, doldur meyhaneci... vs... )

 

Hazreti Mevlânâ şöyle diyor: “Ben Ud sesinde Ente Hasbi, Ente Kâfi ya Vedud” sesini duyuyorum. (Ey sevgili, sen bana yetersin, sen bana kâfisin, başka bir şey istemem)

 

 


 

ARTIRAN: Bir kere Ud’u Fârabi Hazretleri bulmuştur. O zaman da çok kişi buna karşı çıkmıştır. “Bu nefsin hoşuna giden bir şeydir, bu şeytan aletidir” demişledir.

 

Hazreti Farabi de “Ben size bunu ispat edeceğim” diyor. Ve “Develere 40 gün tuz yedirip hiç su vermeyin” diye tembihliyor.

 

“40 gün sonra develeri su kenarına getirin, ben de udumu çalacağım. Eğer develer su içmezlerse benim ud’um Rabbanidir. Eğer develer suya saldırırsa benim ud’um şeytanidir” diyor.

 

Ama hiçbir deve ud sesini duyunca su içmemiş. Bunun üzerine Farabi Hazretleri “İşte hayvan hayvanken benim Ud’umdaki Rahman’ın sesini duyuyor da, siz insan olduğunuz halde duyamadınız.” diyor.

 


Tabiî ki baş kulağı duyanlar anlar bunu.

 

 


 

Blog sayfamda olan bu yazıyı, inşallah bu kitabı belki işverenler de okur ve örnek alırlar, diye paylaşmak istiyorum:

 

Tedavisi olmayan bu hastalığım ile artık ne iş yapabilirim derken Allah bu işi nasip etti hamdolsun…  

 

Karel’de müdürle iş başvurusu görüşmesi yaparken babam; ‘Benim oğlumun ingilizcesi de iyidir’, dedi. Müdür bey ”Öyle mi?” deyip, beni patrona götüreceğini söyledi.

 

Benim, patron denince yaşlı, göbekli, kibirli biri gözümde canlandı. İçeri girince, otuzlu yaşlarda, zayıf, uzun boylu, gri pantolon mavi gömlekle talebe gibi, sade giyimli birini görünce çok şaşırdım.

 

Müdür bey, Yaman Tunaoğlu bey deyip tanıştırdı. Elimi sıkıp oturttu. İngilizce ve elektronik bilgimi test etti. Çünkü sonradan öğrendim. Boğaziçi mezunu ve ABD’de masterını yapmış bir elektronik mühendisiymiş.

 

Bana teknik bir ingilizce kitaptan bir sayfa okutup, tercüme etmemi istedi. Ettim ve sonuçta beni beğendiler, ki yarın sabah gel başla, dediler.

 

Karel’de 1994 te çalışmaya başladım. İlk defa orada elektronik baskı devre kartlarının tasarımı işini öğrenmeye başladım.

 

Yaman bey, yeni mezun tecrübesiz teknisyen ve mühendisleri işe alıp yetiştirirdi. Emekli olana kadar yüzlerce mühendisle tanıştım.





Yaman Tunaoğlu ve ben - sanırım 2002

Bir çoğu Karel’i referans gösterip yurdumuzun büyük şirketlerinde, hatta üniversitelerde öğretim üyesi olarak çalışmaya devam etmekteler.

 

Bence bu ülkemizin tecrübeli kalifiye insan yetişmesine büyük bir katkıdır. Nasıl TRT bir sunucu okuluysa, Karel’de bir mühendis okuludur.

 

Yukarıda hidayet öykümü anlatmıştım. Efendimiz Hz. Muhammed SAV’in hayatını okurken öncelikle Efkan Vural hocamın hal ve tavırları gözümün önüne geldi.  

 

Çünkü okuduğum pek çok ahlaki davranış Efkan Vural hocamda mevcuttu.

 

Mütevazi olmak, güleryüzlü ve tatlı dilli olmak, yardımsever olmak, komşuya ikram etmek, herkese saygı, sevgi ve hoşgörü göstermek, vs.  

 

Ve sürekli ilimle meşgul olarak çok okumak ve okuduklarını yaşamak. Evet onu kendime örnek alıyorum ve ben Efkan hocamı Efendimizin SAV ahlakını yaşadığı için çok seviyorum…

 

Sonra patronumuz Yaman beyi düşündüm. Çünkü okuduğum pek çok ahlaki davranış Efkan Vural hocam ve Yaman Tunaoğlu bey’de mevcuttu.

 

Bu yüzden başta dediğim gibi, kitabı okuyan işverenlere örnek olması bakımından,  Peygamberimize ait sayısız ahlaki özelliklerinden, sadece birkaçından…

 

Evet okuyunca Yaman Bey’i hatırladığım birkaç özellikten bahsetmek istiyorum, ki örnek olsun inşallah.  

 

***

 

ÖRNEK AHLAKİ DAVRANIŞLAR

 

* Hz Muhammed SAV kimseye fena söylemez, kimsenin sözünü kesmezdi. Sert değildi, yumuşak idi. Ben, Yaman beyin sinirli haline hiç şahit olmadım.

 

* Peygamberimiz, Edep ve hayâ âbidesiydi. Yaman beyin işyerinde ahlaksızlığa asla tahammülü yoktu.

 

* Peygamberimiz, İnsan severdi, Dosttu. Yaman bey arada işçileriyle öğlen tatilinde basket maçı yapardı.

 

* Peygamberimiz, Çok mütevâzi idi. Vâkurdu. Yazının başında dediğim gibi Yaman bey yıllarca mavi gömlek ve gri pantolonla mütevazi giyinirdi.

 

* Peygamberimiz, Boş ve lüzumsuz konuşmazdı. Karşısındakini candan dinlerdi. Fazilet sahiplerine saygı gösterirdi.

 

Yaman bey beni dikkate alır ve bazen önerdiğim fikri desteklerdi.

 

* Peygamberimiz, Cömertti, şefkatliydi, israfı asla sevmezdi. Şirketten en son Yaman bey çıkıyormuş ve açık kalan lambaları kapatıyormuş.

 

Bana yazıcıdan çıktı alırken basılmış kağıtların temiz yüzlerine bastırmamı rica ederdi.

 

Cimrilikten sanmayın, israfı sevmezdi. Deprem olduğunda 1999’da Sakarya’ya bir kamyon erzak göndermişti.

 

* Peygamberimiz, Sözünde mutlaka dururdu. Yaman beyin geleceğim deyip de gelmediğini hiç görmedim.

 

* Peygamberimiz, Vefa abidesiydi. Yaman bey kazada ölen bir çalışanının ailesine ve çocuklarına yıllarca maddi destek verdi.

 

* Peygamberimiz, Dinlemesini, söylemekten fazla severdi. Nefsine hâkimdi. Gülmesi tebessümdü. Yaman beyin kahkaha ile güldüğüne hiç şahit olmadım.

 

* Peygamberimiz, Çalışmaya, ilim ve irfana, icad ve keşiflere teşvik etmiştir. İlim, hikmet çağlayanı, sabır timsaliydi. Yaman bey teknolojiyi gün gün takip eder, yenilikleri uygulardı.

 

Şirkette bir kütüphane kurdurdu. Üstelik sadece teknik değil, roman, şiir, dünya klasikleri hertür kitap vardı.

 


* Peygamberimiz, Ne yer, ne içerse hizmetçisine de aynısını verirdi, Vefat ederken son anlarında dahi "Elinizin altındakilere (hizmetçi ve işçilere) iyi davranmamızı, onların haklarını gözetmemizi ve namaza dikkat etmemizi" tavsiye buyurmuştu. Sofradan daima doymadan, yarı aç kalkardı.

 

Yaman bey yemek sırasına geçer, işçileri ve mühendisleri ile aynı yemeği alır, yerdi. Yemek bitince boş tepsiyi kendisi mutfağa götürürdü. 

 

* Peygamberimiz, Temizliğe son derece ehemmiyet verir ve riâyet ederdi. Özel işlerini kendisi yapardı.

 

Yaman bey dışardan gelen yemeğin birgün işçilerin midesini bozması üzerine yeni bir yemek şirketi ile anlaşma talimatını verdi. Ama şartı şuydu ki, malzemeleri Karel’in aldırması, yemekleri Karel’in yemekhanesinde pişirmeleriydi.

 

Şirketi öyle temizletirdi ki, adeta şirkette çıplak ayakla yürüseniz ayağınız kirlenmezdi. Bazen çayını, kahvesini kendi alırdı.

 

* Peygamberimiz, Dünya malına asla rağbet göstermezdi, Buyurdu ki: "İşitmiyor musunuz? Sâde hayat imandandır". Kimsenin ayıbını yüzüne vurmazdı.

 

Yaman bey yapılan hatada kasıt olmadığı sürece hoş görürdü. Yalana asla tahammülü yoktu. Yaman beyi kalabalıkta gören patron olduğunu anlayamazdı.

 

* Peygamberimiz, Çok adildi. Sosyal adaleti ve kardeşlik hukukunu en güzel o uyguladı. İnsanlara madde ve mevkisine göre değil, takvâ ve ahlâkına göre değer verirdi.

 

Yaman bey patron olmasına rağmen uzun yıllar sıradan bir arabaya bindi. Çok sadeydi, koluna saat bile takmazdı. Vefalıydı, emekli olurken bana pahalı bir saat hediye etti.

 

***

 

Bu vasıflar daha çok yazılabilir ama sadece birkaçını paylaştım.

 

Başta dediğim gibi Efkan hocamdan da saydığım vasıflarla ilgili pekçok misaller verebilirim.

 

Fakat bu yazıda patronlara örnek olması bakımından sadece sevgili Yaman bey’in davranışlarından bahsettim.

 

Sevgili Efkan hocam benim en iyi dostum, akıl danıştığım büyüğüm, kendime örnek aldığım mütevazi, dürüst, ahlaklı, dindar, çalışkan, Allah'ın -inşallah- salih bir kuludur.

 

Benim namaza başlamama -oturarak teyemmümle nasıl kılacağımı öğreterek ve namazın önemini anlatarak- vesile oldu, yani beni Rabbimle buluşturdu. Allah ebediyyen razı olsun.






Hz. Muhammed SAV der ki:

 

“Ruhumu kudret altında tutan Allah'a yemin ederim ki cennete sadece güzel ahlak sahipleri girer.”

 

Allah, affı, lütfu, rahmetiyle bizleri sarmalayıp cennetine alırsa eğer, o sonsuz hayatta inşallah Efkan hocam ve Yaman bey’le ve sevdiklerimizle hepberaber ebedi dost oluruz.

 

 

 

 


 

Hepimiz küçük, büyük pekçok günah işlemişizdir. İnsanız, hiçkimse peygamber ya da melek değildir.

 

Bir zaman, bir kimse samimi bularak bana dedi ki;

 

Ben tövbe etmek istiyorum, senin gibi namazımı kılmak istiyorum, fakat öyle günahlarım var ki, Rabbimden utanıyorum. Hem tövbe etsem nefsime tekrar yenik düşmekten korkuyorum, dedi.

 

Ben, korkma azimli ol, tövbe et, içinden günah işlemek duygusu gelirse nefsinle inatlaş, ki inat duygusu haram ve günahlara karşı şeytanla inatlaşalım diye verilmiştir, dedim.

 

Ona, Zümer suresi 53. ayeti söyleyip asla umutsuz olma dedim. Sonra Hayat Nur Artıran’ın “Aşk Bir Davaya Benzer” kitabından Peygamber Efendimizin SAV Mekke’nin fethinde amcası Hz. Hamza’nın katilini affedişini okuttum.

 

Sonra da, o katilin ilerde ne yaptığını anlattım, gözleri yaşlarla doldu. Önce o yazıyı okuyalım, devamında anlattıklarımı paylaşacağım. (Yeri, zamanı, kim olduğu önemli değil, verilmek istenen mesajdır mühim olan.)

 


Hz. Mevlana Mecalis-i Sab’a isimli eserinin 28. Sayfasında şöyle der:

 

“Vahşi, Hz. Hamza’yı şehit ettikten sonra çok pişman oldu. Umutsuz, perişan bir hale geldi. ‘Lanetlenmiş İblis’in bütün soyuyla sopuyla tövbesi kabul edilir de benim tövbem kabul edilmez.

 

Ben öyle bir iş işledim ki; bütün peygamberlerin en iyisinin, en üstünün, gökteki bütün meleklerin gönül verdikleri zatın mübarek gönlü benim bu işim yüzünden öyle bir kırıldı ki Nuh’un (as) ömrü kadar yaşasam, bu ömre on kez daha Nuh’un (as) ömrü katılsa, bütün ömrünce sabreden Eyüp (as) gibi bile sabretsem tövbemin kabul edileceğini sanmam diyerek ah eder, dumanı göklere kadar ağardı.

 

Bundan sonra ‘Şüphe yok ki Allah, kendisine eş tanıyanları yarlığamaz, ondan başka dilediğini bağışlar’ ayeti indi. Vahşi’ye böyle bir ayet geldiğini haber verdiler. Bunun üzerine Vahşi, ‘Bana şirk koşmayanın, eş koşmayanın yaptığı bütün suçları bağışlarım diyorsun ama dilediğim kulumun da diyorsun. Biliyorum ki Sen Vahşi’yi bağışlamayı dilemezsin’ diyerek, gözünden kanlı yaşlar akıtmaya başladı.

 

Rahmet denizi coştu, köpürdü. Melekler, bu acıyış, bu merhamet kıyıya hangi incileri atacak, diye kanatlarını açıp beklediler. Ezelden ebede kadar tüm düşkünlerin elini tutan, onlara sayısız bağışlarda bulunan Allah’ın sevgilisi Muhammed Mustafa’ya (sav) vahiy geldi: 

 

‘De ki: Ey nefislerine uyup haddini aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O mutlak Gafur’dur, mutlak Rahim’dir. (O çok bağışlayan, çok esirgeyendir) ’ (Zümer suresi, 53. ayet)

 

Vahşi, ‘Dilersem…  Dilediğimin…’ tarzında bir şart koşmayan bu ‘Bütün suçları bağışlarım’ sesini işitince sabır elbisesini yırtıp koşa koşa, secde ede ede, nara ata ata, mescide, Hz. Peygamber’in (sav) huzuruna geldi. Binlerce özür ve pişmanlık sözünden sonra, ‘Sen yaratılmışların en iyisisin, ben de en kötüsüyüm’ dedi. ‘Ölüyü İsa’nın (as) nefesi diriltir. Demiri Davud’un (as) eli yumuşatır. Şeytanı ancak Süleyman’ın (as) buyruğu bağlar. Ey her şeyin canı, ışığı olan Peygamber! Böylesine bir suçu da, ancak böylesine bir bağışlayış sahibi olan bağışlar’ diyerek Efendimizin (sav) eline ayağına kapandı.”

 

Hz. Mevlanamız, Vahşi olayıyla birlikte zikredilen Zümer Suresi 53. ayeti açıklarken şöyle der:

 

“Ey benim kullarım! Ey benim yanıp yıkılan kullarım! Ey benim harmanı yanmış kullarım! Ey dertlere batmış, gussalara gark olmuş kullarım! Zindanlara düşmüş, pişmanlık ateşiyle yanmış; bilgisizlikle evini, barkını, harmanını yakıp kül etmiş kullarım! Ey ateşler yiyen, kan ağlayan, haddi aşan, umutsuz olan kullarım! Umutsuzluğa düşmeyin. Sonsuz rahmetimizden; kulu okşayan, tüm işleri başaran efendiliğimizden umudunuzu kesmeyin.”

 

Kıssadan hisse şudur ki, Aziz Peygamberimiz (sav) “Sonsuz rahmetimizden; kulu okşayan, tüm işleri başaran efendiliğimizden umudunuzu kesmeyin” diye buyurmuştur.

 

Efendimizin “Bi-nihaye Rahmetellil Alemin” olması, Vahşi’ye “Allah onların kötülüklerini iyiliklere tebdil eder” ayetini tecelli ettirmiştir. Sadece Kainatın Efendisi’ne (sav) mahsus olan böylesine büyük bir rabbani şefkat ve merhamet, Vahşi gibi birinin affedilmesine vesile olmuş; onun pişmanlık ateşine karşılık tüm insanlık alemine de bağışlanma ümidini doğurmuştur.

 

Hiç şüphesiz, Hz. Peygamberimizin (sav) bağışlayıp ümmet olarak kabul etmediği bir kişiyi, Cenab-ı Hakk da bağışlayıp kul olarak kabul etmez. Efendimiz (sav), Hatemü’l-Enbiyadır. Bu söz “Hem ulvi varlığıyla peygamberlik makamını mühürleyip kapatan, hem de mühürleri açmada tek ve eşsiz olan ulu zat” manasına gelir.

 

Kur’an’da sözü edilen tüm mühürler ancak Onun (sav) ilahi varlığıyla açılır. O nedenle ki Hz. Hamza’yı şehit edecek kadar can gözü kapalı olan Vahşi’nin gönlündeki ve gözündeki mühürler de bizatihi Efendimizin (sav) kudret eliyle açılmıştır.

 

    “Sultan-ı rüsul, şah-ı mümeccedsin Efendim!...

     Biçarelere devlet-i sermedsin Efendim!...

     Divan-ı ilahide ser-amedsin Efendim!...

     Menşur-ı le’amrüke mü’eyyedsin Efendim!...

 

     Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed’sin Efendim!

     Hak’dan bize sultan-ı mü’eyyedsin Efendim!...”

   

     Şeyh Galib

 




Sonra kardeşim, Vahşi samimi tövbesiyle Hz. Vahşi oldu. Radyoda kıymetli bir hocamız demişti ki, Hz. Vahşi sürekli en arka safta namaz kıldı. Çünkü Efendimiz SAV ona, gözüme pek görünme, demişti, dedim.

 

Görürse amcasını hatırlayıp ağlıyordu Efendimiz SAV.  Ona hiç görünmedi. Dolayısıyla gül cemalini doya doya seyredemedi.

 

Peygamber Efendimize SAV yaşattığı derin gam ile, içindeki üzüntü ölene kadar dinmedi. Ama ne zaman hafifledi biliyor musun?

 

Efendimiz’den SAV yıllar sonra Müseyleme adında bir yalancı peygamber çıktı. Günlerce Hz. Vahşi hazırlık yaptı. O hainle mücadele için çıkılan sefere Hz. Vahşi’de katıldı.

 

Ve o yalancı peygamberi öldürdü, hem de Hz. Hamza’yı şehit ettiği aynı mızrakla…

 

Evet Allah Afüvv, Gafur’du. Efendimiz de Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmıştı.

 

Biz de mahşerde affedilmek istiyorsak affedici olmalıyız.

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder