3 Ocak 2016 Pazar

9. BÖLÜM - 9/41






Kitabımızı, sevgili dostum güzel insan Aydın Kaynarca bey Görme engelli kardeşlerimiz ve okumayı sevmeyenler için, sesli kitap haline getirdi, kendisine çok teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun.

Dilerseniz otomatik çalan müziği durdurun, Videoyu çalıştırın, isterseniz hem okuyup hem dinleyebilirsiniz...

Aşağıdaki bölümün seslendirmesi:
https://www.youtube.com/watch?v=D-HZl5k0W38


 



Rahat okunması için kitabı üç kısıma ayırdık; Giriş, Gelişme ve Sonuç.

 

Bu üç kısmı da, kendi içlerinde toplam 41 bölüme böldük.

 

9. Bölüm, Giriş kısmına aittir ve Giriş kısmı 13 bölümden oluşmaktadır. (1-13)

 

Bölüm’de yer alan alt başlıklar şunlardır:

 

9. BÖLÜM - 9/41.

9-a) Kim olduğunu buldum..

9-b) Yalnızlığım..

9-c) Neden Türk Sanat Müziği Dinliyorum..

9-d) Beğenilmek güzeldi

9-e) Tekrar karşılaştık.

9-f) Saf duygular

9-g) Karşıma oturdu.

9-h) Ricasını kıramadım..

 

 

Buyrun bu bölümü okumaya başlayalım:

 



 

Ben günlerce mahallede onu aradım, fakat hiçbir yerde yoktu. Sitemizdeki gençlere onu sordum. Nişan sahibinin yaşıtım yeğeni Alper arkadaşım onu biliyordu.

 

O kimdir, nerde oturuyor, Alper’i soru yağmuruna tuttum. Adı Gönül, Sincan merkezde oturuyorlar, babası memur, üç yıl önce buraya tayin oldu, dedi.

 

Bizim akrabamız olurlar, diye de ekledi. Ben gecelerce o kızı düşündüm.

 

Babam iznini bitirince Lüleburgaz’daki görevine geri döndü. Biz de otobüsle memleketimiz Ereğli’ye geldik.

 

Ben dedemgilde de yaz boyu o kızı düşündüm. Onu birdaha görebilecek miydim? Sincan birçok vilayetten büyüktü, arasam bulur muydum?

 

Bir yandan bunları  düşünüyor, bir yandan da buğulu yeşil gözlerini hayal ediyordum.

 


Çarşıda dimdik, yanyana yürürken, yorulunca gücüme güvenip koluma girdiğinin hayallerini kuruyordum.

 

 


 

Aslında bu dengesizliğim hep vardı. Bazı akrabalarımız; evet o zamanlar yürüyüşün biraz tuhaftı ama herhalde senin de yapın böyledir, sanmıştık…

 

Sadece, yürüyüşüne dikkatli bakılınca biraz dengesizliğin anlaşılıyordu, dediler.

 

Ailem dahil, kimse bunu bir hastalık olarak görmediği içinde bana bişey söylemezler, doktora gitmeyi bile teklif etmezlerdi. Çünkü hastalığım 50 binde bir görülen bir hastalıkmış.

 


Onun için hep kafama takar, sağlıklı oluşumu hayal ederdim. Aslında derdimi anlatacak kimsem olmadığı için de müthiş bir yalnızlık içindeydim.

 

Ereğli’de yaz akşamları balkonda dedemin radyosundan çalan şarkılar artık bir farklı etkiliyordu. Adeta beni anlatıyordu.

 

Sanat müziği gerçekten bambaşkaydı. Muhteşem sözler, o muhteşem müzik nağmeleri ile de buluşunca beni benden alıyordu. O zamanlar dinlediğim şarkılara doyamazdım.

 

Şimdi mp3 var, beğendiğimiz şarkıyı on-onbeş kez ardarda dinliyor ve haliyle ilk etkisini bulamıyoruz.

 

O zamanlar sabah radyodan dinlediğim bir şarkıyı, ancak akşama –tabi o da çalınırsa- dinleyebiliyordum.

 

Kapat gözlerini kimse görmesin, yalnız benim için bak yeşil yeşil, Gözlerin kimseye ümit vermesin, yalnız benim için bak yeşil yeşil... Sanki benim duygularımı anlatıyordu bu şarkı...

 

 


 

Bir yazımda sanat müziği dinlemeye nasıl başladığımı anlatıp bir tavsiyede bulunmuştum.

 

Evet 2003’teki hidayetimden sonra hayatımda pek çok değişiklik yaptım. Mesela, sigarayı bıraktım.

 

Televizyonda, sokakta olsun, çıplaklık içeren şeylere bakmama ve teyemmüm ile oturduğum yerde de olsa NAMAZ kılma kararı aldım.

 

Hayatımda yaptığım değişikliklerden biri de dinlediğim müzikti. Ağırlıkla dinlediğim stresimi artıran arabesk müziğinden zevk almaz oldum ve bıraktım. Şimdi hiç tahammül edemiyorum.

 

Onbir yıldır sanat müziği dinliyorum. (2014) Müzik, özellikle sanat müziğindeki nağmeler bize, ruhlar aleminde, Elest bezminde duyduğumuz Cenab-ı Allah’ın sesini hatırlatır, diyor Hz. Mevlana.  

 

İnternetten indirerek binlerce şarkılık bir TSM arşivi yaptım. Türk Sanat Müziği (TSM) dinleyerek ruhumun dinlendiğini ve kalbimin yumuşadığını hissediyorum.

 


Aslında benim TSM sevgim nereden geliyor biliyor musunuz? Biz seksenlerde haziranda okul kapanınca memleketimiz Ereğli’ye giderdik.

 

Orada yaz akşamları bağ evinde terasta dedem, radyosundan hep TSM açar, beraberce dinlerdik.

 

O nağmeler hem ruhuma, hem gönlüme işlendi. Lise ve üniversite yıllarında arabesk, fantezi ve yabancı pop dinlerdim ama 2003’ten sonra aslıma döndüm.

 

TSM insanı duygulandırıp ağlatıyor. Dünyanın hiç bir ülkesi böyle bir müziğe sahip değildir. Osmanlı’da TSM’nin hastaları tedavi amaçlı kullanıldığını biliyor muydunuz? Her makam ayrı bir hastalığa iyi geliyormuş.

 

Özellikle TSM dinleyicileri genelde nazik, mülayim, ince ruhlu insanlardır. TSM dinleyenlerin adi suçlara karıştığı da hiç görülmemiştir.

 

İnşallah çocuklarımıza, yeğenlerimize bol bol TSM dinletelim. Onlar belki şimdi dinlemezler, ama arabaya binince radyodan veya CD’den bir TSM müziği açalım.

 

Kulakları bu nağmelere aşina olsun. Büyüyünce asıllarına dönerler inşallah...

 

 


 

O yaz boyu Ereğli’de radyodan sanat müziği dinledim. Bazı şarkılar çok ağırdı, sıkılıyordum ama istasyonu değiştirmeden dinliyordum.

 

Çünkü değiştirsem bile sadece diğer Trt Radyo istasyonu vardı. Ya Yurttan Sesler korusundan türküler ya da haberleri yayınlıyorlardı.

 

Okullar açılmadan önce Ankara’ya döndük. Eylül akşamları balkonda bu kez o kızı düşünüyordum.

 

Nasıl olsa da o yüzü bir daha görsem, O yeşil gözlerini birkez daha seyretsem, diye hayallere dalıyordum.

 

Bu duyguyu ilk kez yaşıyordum. Hem o yüze aşık olmuştum ama daha ötesi o kız beni beğenmişti, bakışlarından anlamıştım.

 

Yamuk, içtin mi diye alay edenlerin hepsine haykırmak istiyordum, muhteşem güzelliği olan bir kız beni beğenmişti.

 


Gerçi yürüyüşümdeki dengesizlikleri görse belki de beğenmekten vazgeçerdi. Ama olsun, yine de beğenilmek güzeldi.

 

Onu tanımadan önce yalnızlığımı seviyordum ama şimdi onu görmezsem rahat etmiyorum.

 

 


 

Okulların açıldığı o sabah erkenden dolmuşla Sincan merkeze geldim. Gişeden 6:45 banliyö treni için bilet aldım. Normalde geçen yıl 7:12 treni ile gidiyordum.

 

Ama bugün ilk gündü ve ilk günün heyecanıyla, hem de arkadaşlarımla sohbet etmek niyetiyle erken gitmek istemiştim.

 

İlk gün olduğu için çantam yoktu. Tren istasyonunda ayakta beklerken birden donakaldım. Az ilerideki bankta işte o kız oturuyordu.

 

Bakışımı farkettiğinde kalbim yerinden fırlayacak gibi atmaya başladı. Sanırım yanındaki başörtülü kadın annesiydi. 

 

Annesiyle sohbet ederken o da sık sık bana bakıyordu. Üzerinde okul forması vardı. Demek ki, o da benim gibi Sincan dışında bir liseye gidiyordu.

 

Geçen sene görmediğime göre bu yıl liseye gidecekti. Acaba nerede hangi lise, acaba o da her sabah trenle mi gidecek okula...

 

Bunları düşünürken tren istasyona yanaştı. Ben biraz bekledim ve onların bindiği vagona bindim. Sabahları banliyö treni çok kalabalıktı.

 

Tabi ilk kalkış istasyonu olduğundan onlar oturacak yer buldular.

 

Fakat ben ayakta olduğumdan tam karşılarına durdum. Az sonra bir teyzeye yer veren Gönül de ayağa kalktı. Onu izlemeye başladım.

 

Bakışımı farkettiğinde utancımdan başımı öne eğdim. 

 

Ankara Gar’ından sonraki Yenişehir istasyonunda trenden indiler. Burası tam şehir merkezidir, Kızılay buraya yürüme mesafesindedir.

 

Zaten tren, hemen hemen burada boşalıyordu, fakat benim ineceğim istasyona daha dört durak vardı. 

 

Demek ki, okulu buralardaydı. Acaba ertesi gün onu tekrar görür müydüm, okulda akşama kadar onu düşündüm.

 

Akşam eve dönerken her istasyonda diğer vagonlara geçip onu aradım ama bulamadım, sanki aynı saatte mi çıkıyorduk... 

 

 


 

Ertesi gün yine aynı saatte tren isyasyonuna geldim. Fakat o yoktu ve gelmedi. Ben de o trene binmedim. Her zaman bindiğim 7:12 trenini bekledim.

 


Trenin kalkmasına üç dakika kala, istasyona çıkan tünelin merdivenlerinde onu gördüm. Hızla çıkıp gişeye gitti. Fakat kalabalıktan o beni görmedi. Onun bindiği vagona bindim yine...

 

Aslında ikimizin de yaşadığı öyle saf duygulardı ki, bir şairin, bir bakış aşığa neler neler anlatır, dediği gibi bakışından beni sevebileceğini hissediyordum. Evet kader ağlarını örüyordu.

 

Aynı saatteki trene biniyorduk. Aylarca sabahları trende bakıştık. Fakat bir türlü cesaretimi toplayıp tanışmak için konuşamadım.

 

Sincan’dan birkaç durak sonra trene binen sınıf arkadaşım Serdar’la hep dertleşirdik. Oğlum konuş artık şu kızla, bak kaparlar, diyordu.

 

Yok yapamam, diyordum. Aslında bana ters cevap vermesinden korkuyordum.

 

O kız bana yaşamı sevdiriyordu. Ya bana, olmaz git başımdan derse, ya sevdiğim biri var, derse, bunları duymaktan korktuğum için açılamıyordum.

 

Aslında yaşadığım o saf duygularımın sona erecek olması ihtimali korkutuyordu. Ne güzel platonik hayallerle günlerim geçiyordu. 

 

 


 

Bir akşam trenle eve dönerken Serdar yine; Oğlum git konuş artık, belli ki o da seni beğeniyor, diyordu.

 

Ben yine; Oğlum tamam da, ne diye lafa başlayacağım, ben hem heyecandan konuşamam, diyordum. Tren yenişehir istasyonunda durmuş, binenler binmiş hareket etmişti.

 

Ben Serdar’a baktım, gülümsüyordu. Noldu Gama niye gülüyorsun, dedim. Gözüyle işaret edince baktım ki, yanımda ayakta Gönül dikiliyordu. Serdar ve ben karşı karşıya oturuyorduk.

 

Serdar ayağa kalkıp kulağıma eğilerek, bu kıyağımı unutma, dedi. Sonra Gönül’e yer verdi. Aman Allah’ım karşımda oturuyordu. Heyecandan nerdeyse bayılacaktım.

 

Konuşmak için bahaneler arıyordum. Bu sırada o bana; Merhaba ben Gönül, sizi her sabah görüyorum, galiba siz de öğrencisiniz, dedi.

 

Sanırım o da heyecanlanmıştı, üzerimizde okul kıyafetleri vardı çünkü... Merhaba ben Celȃl, evet öğrenciyiz, dedim. Hangi okula gidiyorsunuz Celȃl, dedi.

 

Aktaş Endüstri Meslek Lisesine, peki siz hangi okula gidiyorsunuz, dedim. Zübeyde Hanım Kız Meslek Lisesi, dedi. 

 

Siz sanırım bu sene başladınız, geçen sene sizi hiç görmedim, dedim. Evet bu dönem başladım, siz de ikinci sınıftasınız o zaman, dedi.

 

Evet doğru, bu ayakta duran arkadaşım da Serdar, aynı sınıftayız, dedim.

 


Bir süre camdan dışarıyı seyrettik, sonbahardan kışa geçiyorduk. Hava kararıyordu. Aslında camdaki yansımasından ona bakıyordum. 

 

Sessizliği o bozdu. Normalde biz 15:30’da çıkıyoruz ama bugün dersimiz uzadı, 16:30’da çıktık. Tesadüfe bakın aynı tren ve aynı vagona denkgeldik, dedi. Gülümsedim.

 

İneceğimiz yer son istasyon olan Sincan durağında trenden indik. Ben tabi heyecandan ve yer yer karanlıktan birazcık dengesiz yürüyordum.

 

Gerçi kalabalıktan farketmiyordu yada ben öyle sanıyordum. İstasyon çıkışınca, Gönül hanım isterseniz evinize kadar eşlik edeyim, dedim.

 

Teşekkür ederim Celȃl, gerek yok, evimiz çok yakın size iyi akşamlar, dedi. Peki Gönül hanım, size de iyi akşamlar, Fatih dolmuşları da hemen şurdan kalkıyor, dedim.

 

Eve gidince yemekten sonra odama çekilip somyaya uzandım. Gözlerimi tavana dikip yatana kadar hayaller kurdum.

 

Gecelerce normal bir insan gibi dümdüz yürümenin ve dökmeden çay taşımanın hayalini kuruyordum.

 

Yani benim hayalim güzel bir araba falan değildi.

 

Sevdiğim kızın benim gücüme güvenip koluma girip yürümesi, bir toplulukta gözgöze gelip bana hayranlıkla bakması tek hayalimdi o zamanlar.

 

Aynı hayalleri kurmaktan hiç bıkmadım.

 

 


 

Aylarca sabahları aynı trenle okula gittik. Selamlaşıyorduk, çok az konuşuyorduk, gizli gizli bakışıyorduk fakat ikimiz de birbirimize duygularımızı utancımızdan açamadık.

 

Serdar sık sık bana, olum bak belli o da senden hoşlanıyor, git artık çıkma teklif et kıza, diyordu.

 

Aslında ben onu daha ilk gördüğüm an, bir ömür geçirebileceğim insan bu işte, demiştim. Kalbinin güzelliği yüzüne yansımıştı çünkü...

 

Bu yüzden çıkma değil, onun ilk ve son aşkım olmasını istediğim için acele etmiyordum. Fakat ya başkasını severse diye de endişe etmiyor değildim.

 


Kışın bir akşam trenle eve dönerken karşımda oturan Serdar ayağa kalktı. Omuzuma hafifçe vurdu. Ben ne oluyor diye bakarken meğer Gönül’e yer vermiş.

 

Yine karşıma oturdu. Biraz ordan burdan sohbetten sonra, Celȃl, senden birşey rica edebilir miyim, dedi.

 

Tabi ki Gönül hanım buyrun, dedim. Celȃl, öncelikle bana sadece Gönül dersen mutlu olurum, dedi. Tamam Gönül nasıl istersen, dedim.

 

Celȃl, birkaç gündür istasyondan eve giderken epey korkuyorum. Bazı serserilerin bakışlarından tedirgin oluyorum. Bu akşam bana evimize kadar eşlik eder misin? , dedi 

 

Elbette Gönül memnuniyetle, dedim. Aslında karanlıkta yürümekten dengemi kaybedeceğim yine diye çekiniyordum, fakat sevdiğim kız ilk defa benden bişey istiyordu. 

 

Daha da önemlisi bana güveniyordu, kıramazdım. İstasyondan çıktık, yanyana yürümeye başladık.

 

Gönül okulu bitirince ne yapacaksın, dedim. Muhtemelen son sınıfta dershaneye giderim, öğretmen olmayı çok istiyorum çünkü.

 

Babam bir meslek öğren diye meslek lisesine gönderdi, dedi. Celȃl peki sen ne iş yapmayı düşünüyorsun, diye de ekledi.

 

Gönül biliyor musun, benim babam da koluna bir altın bilezik tak diye beni meslek lisesine gönderdi.

 

Ben ilerde ne iş yaparım diye hiç plan yapmadım. Ama bugüne kadar hep kaderimde güzel şeyler yaşadım. İlkokulu bitirince Türkiyenin en iyi kolejlerinden birini kazandım.

 

Babamın maddi gücü yetmeyince koleji yarım bıraktım. Babam hep, sana dört sene de bir ev parası verdim, der. İstemeyerek girdiğim sınavda elektronik bölümünü kazandım.

 

Onun için ben plan yapmıyorum. Allah’ın benim hakkımda güzel bir planı vardır mutlaka. Ben sadece çalışıyorum ve kendimi kaderin akışına bıraktım, dedim.

 

Böyle sohbet devam ederken karanlıktaki bankta oturanların bakışından korkan Gönül, hayatım boyunca unutamadığım dakikalar yaşattı bana...

 

Bakışlardan korkunca sol kolunu benim sağ koluma dolayıverdi. Heyecandan korkma Gönül ben varım, diyebildim.

 

Aslında o benden değil, denge konusunda ben ondan destek alıyordum. O an heyecandan ölebilirdim.

 

Biraz sonra, Celȃl sana çok teşekkür ederim, evimize geldik sayılır, sen çok iyi birisin, dedi. Sevindim ve utandım, teşekkür ederim Gönül sen de öylesin, diyebildim.

 

Elini uzattı ve iyi akşamlar Celȃl sabah görüşürüz, dedi. Elini sıktım ve İyi akşamlar Gönül, dedim.

 

 

SONRAKİ BÖLÜM    ---              ---   ÖNCEKİ BÖLÜM


 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder