3 Ocak 2016 Pazar

GİRİŞ 1. BÖLÜM - 1/41


 

İçimdeki Bitmeyen Özlem

 

Kitabımızı, sevgili dostum güzel insan Aydın Kaynarca bey Görme engelli kardeşlerimiz ve okumayı sevmeyenler için, sesli kitap haline getirdi, kendisine çok teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun.

Dilerseniz otomatik çalan müziği durdurun, Videoyu çalıştırın, isterseniz hem okuyup hem dinleyebilirsiniz...

Aşağıdaki bölümün seslendirmesi:
https://www.youtube.com/watch?v=glQV8ULVhzo

 

 


 

 
 


 
 

Rahat okunması için kitabı üç kısıma ayırdık; Giriş, Gelişme, Sonuç.

 

Bu üç kısmı da, kendi içlerinde toplam 41 bölüme böldük.

 

1. Bölüm, Giriş kısmına aittir ve Giriş kısmı 13 bölümden oluşmaktadır. (1-13)

 

Bölüm’de yer alan alt başlıklar şunlardır:

 

1. BÖLÜM - 1/41.

1-a) Ulu Camide Cuma namazı

1-b) Ulu Camide engelli amca ile tanıştım..

1-c) Aslında mutluluk mümin kardeşini sevindirmektir

1-d) Cuma’dan sonra yemek.

1-e) Yemek sonrası çaybahçesi

1-f) Hayatımın dönüm noktası üçüncü mektup.

1-g) Efkan hocam Ereğli’de.

1-h) Emaili hocama okuttum..

1-i) Efkan hocamla balkonda sohbet

1-j) Efkan hocamgile Ereğli’yi gezdirdik.

 

 

Buyrun bu bölümü okumaya başlayalım:


 

***

 

İnsan, ezeldeki ruhlar aleminde Rabbine seni seviyorum, sana aşığım, demişti.

 

Cenab-ı Allah, mademki öyle, o halde aşkını ispatla, diye bizi bu dünyaya sabır ve şükür imtihanına gönderdi. Giriş yazısında anlatmıştık.

 

Şu bir gerçek ki; söz ile ifade edilen sevgiden, hâl ile ortaya koyulan sevgi, saygı elbet çok daha derin ve gerçektir.

 

Ama biz insanlar, nefsin arzu ve isteklerinin peşinde koşmaktan geldiğimiz yeri, verdiğimiz sözü, gideceğimiz yeri, aslında Allah’ı unuturuz.

 

Ama Rabbimiz öylesine merhametlli ki… Kusurlarımıza bakmadan, unutkanlığımızı, gafletimizi, cehaletimizi hoşgörür, yine de merhamet eder.

 

Bu merhamet neticesinde, kendisini hatırlatmak için, yani Kıblemizi Zat’ına çevirmemiz için şahsımıza özel peygamberler gönderir.

 

Bu elçiler aklını kullananlar için Dön Rabbine diyen uyarıcılardır.

 

Bu elçilerin adı, acı, keder, ızdırap, bela, hastalıktır…

 

“Gönüle gamdan kederden bir peygamber gelince, ötelerden Cebrail de gönüle iner. Düşünce, Meryem gibi yüzlerce İsa’ya gebe kalır.”

 

(Hz. Mevlana: Divan-ı Kebir, cilt 3,1159)

 

***

 

 

Temmuz 2013

 

Konya’nın Ereğli ilçesi Bir Cuma sabahı...

 

Kısa hayatımın üç tane önemli dönüm noktası vardır. Bu üçü de aldığım mektuplardır.

 

En önemlisi ikincisidir.

 

Fakat şimdi kitabı yazmaya hayatımı etkileyen üçüncü mektup ile başlıyorum.

 

Mektubu bugün aldım...

 

 


 

Babam mutfaktan seslendi::

 

 “Hadi Celȃl, kahvaltıyı çabuk bitir, daha seni tuvalete götüreceğim, hem bi bardak çay yeter, geçen hafta gibi sıkışırsın. Hadi oğlum...

 

… Oralarda fazla çay içme, akşam hocan gelince balkonda içersiniz. ”

 

Emekli olunca 2011’de bu evi almıştık. Geniş asansörü vardı. Zaten o yüzden almıştık.

 

Babam, beni o Cuma sabahı yine akülü sandalyem ile apartmanın önüne çıkarıp yolcu etti:

 

“Hadi Allah kabul etsin. Ben cumayı yine buradaki camide kılacağım. Bak, yine sıkışırsan falan  hemen ara! Geçen hafta gibi bırakma!”

 

Akülü sandalyemle, yani özgürlük arabamla Ereğli’nin tarihi Ulu camisine gitmek için yola çıktım. Evimiz ile Ulu Cami arası yaklaşık iki km idi.

 

Hemen kulaklığımı taktım ve yine akıllı telefonumdaki Yasin suresi mp3’ünü açtım. Ereğli’yi çok seviyorum. Çocukluğumdan beri Ankara’dan izinlerde gelirdik.

 

Fakat burada evimiz olmadığı için akrabalarımızda kalır ve Ereğli’ye doyamadan dönerdik.

 

Şimdi ise Ereğli’den ev aldık çok şükür.. Artık Ereğli’ye doyacağım.

 

Ereğli’nin o temiz havasını tenefüs ederek otuz dakikada Ulu Camiye geldim.

 

Akülü arabamın son hızı normal bir insanın hızlı yürüyüşü kadardır.

 

Ankara’da yoğun trafikten sokakta gezemiyorum. Fakat artık yazları dört ay Ereğli’de kalıyoruz ve trafik sakin sayılır.

 

 


 

Her hafta olduğu gibi erkenden Ulu caminin avlusuna girdim. Yine minarenin gölgesine durdum, çünkü güneş yakıyordu. Hoparlörle avluya verilen vaazı dinlemeye başladım.

 

Hava sıcaktı. Yüzlerce insan tam ezan okunurken geliyor ve avluya serilen hasırlar üzerinde namaza duruyordu ve mecburen güneş tepelerinde hutbeyi dinliyorlardı.

 

Ben minarenin gölgesinde vaazı dinlerken, yanıma benim gibi akülü sandalyede yaşlı bir amca durdu. Çünkü avlu henüz boştu. Amcanın bacakları battaniye ile sarılıydı.

 

Selamünaleyküm amca hayırlı cumalar, dedim. Ve aleykümselam yeğenim, dedi.

Amca adın ne, nasıl oldu bu, kaza mı, dedim.

Evet otuz sene önce iş kazası geçirdim, uzun hikaye, dedi.

 

Geçmiş olsun, Allah şifa versin amca, dedim.

Sağol yeğenim, Allah sana da şifa versin, maşallah çok gençsin, nur yüzlüsün, dedi.

 

Vaazda infaktan, sadakadan bahsediyordu. Amcanın akülü arabası epey eskiydi ve görünümü fakirdi.

 

Sordum: Amca devletten engelli maaşı alıyor musun, diye.

Yok yeğenim, senin emekli maaşın var diye vermiyorlar, dedi.

Emekli maaşın yetiyor mu amca, dedim.

 

Yetmiyor, aslında az olsa da hanımla  bana yeter ama üç yetim olunca yetmiyor yeğenim, dedi.

 

Hayırdır amca ne yetimi, dedim.

Oğlum sekiz sene önce trafik kazasında ölünce üç yetimi kaldı.

 

Üzüldüm, başın sağolsun, peki başka gelirin var mı,nasıl geçiniyorsun amca, dedim.

Allah razı olsun Eş, dost, akraba, komşuların desteğiyle işte... Bugünümüze binlerce hamdolsun.

 

Yanında hasırda oturan 5 yada 6. sınıfa giden oğlan bize bakıyordu. Yeşil gözlü çok tatlı bir çocuktu. Torunun mu amca, dedim.

 

Evet bu en küçük torun, babası öldüğünde dört yaşındaydı.

Maşallah efendi bir çocuk, okuyor mu?

Okuyor altıya gidiyor, dedi.

 

Amca Ereğli’nin neresinde oturuyorsun, diye sordum.

Gülbahçe mahallesinde..

 

Öyle mi, Bende aynı mahalledeyim, Gülbahçenin neresindesiniz amca, dedim.

 

… okulunun olduğu sokakta, dedi.

Amca, eğer evinizin önü müsaitse söz vermiyorum ama inşallah birgün çayını içmeye gelirim.

 

Müsait, Müsait, müstakil ev, Tabi yeğenim çok sevinirim.

 

 




 

Başımızı öne eğdik, hoparlörden gelen vaazı dinledik. Namazı kılarken amcanın oğlunu düşündüm, benimle yaşıtmış. Yeğenlerim aklıma geldi. İrem de seneye altıya gidecekti.

 

Secdeye eğilince göz ucuyla amcanın torununa baktım. Bir an onun yerine İrem’i düşündüm. Kardeşlerime bişey olsa,  yeğenlerim de annesiz ve babasız kalacaktı.

 

Secdede ‘sübhane rabbiyel ala’ derken yağmur gibi yaşlar dökülüverdi.

 

Namaz bitiminde amcaya baktım, cebinden para çıkarmış, torununa uzatıyordu.

Hadi git şurdaki fırından üç ekmek alıp gel de eve gidelim, dedi.

 

Amca bi dakika, dedim. Bel çantamdaki cüzdandan 20 TL çıkarıp kimse farketmeden amcanın avucuna sıkıştırdım.

 

Amca bugünlük ekmek paranız benden olsun. Kalanı torununa ver, dedim. 

Yüzünü gülümseme kapladı ve içten,  Allah senden razı olsun, dedi.

 

Aslında huzur ve mutluluk bir mümin kardeşinin kalbine sevinç salmaktır.

 


Kitabın sonunda, Ankara’dan ziyaretimize gelen dostum Aydın Kaynarca beyle, bu amcayı evinde ziyaret edişimizi, okuyanlara örnek olması bakımından paylaşacağım.

 

 


 

Namazdan sonra akülü arabamla yemeğe gittim. Çünkü Cuma benim bayramımdır.

 

Ben Ereğli’de de, Ankara’daki gibi sadece Cuma günleri evden çıkıyorum.

 

Ereğli’de bütün kaldırımların başına minik rampalar yapmışlar ve böylece akülü arabamla kaldırımlara çıkabiliyorum.

 

Her hafta olduğu gibi kolayca Mis Pide’ye girdim.

 

Haftanın altı günü evde yazılar yazıyorum. Dediğim gibi Cuma benim bayramımdı.

 

Namazdan sonra yine Mis Pide’de Konya’nın meşhur etliekmek’ini yedim.

 

 


 

Yemek sonrası yine akülü arabamla Şehitler çay bahçesine geldim. Uzun selvi ağaçlarının altında bir masaya yanaştım. Garson gelince ona dedim ki:

 

“Sandalyemin arkasındaki sepette bir bardak var. Onunla bir çay verebilir misiniz?”

 

O bardağı, kulbu plastik olduğu için taşıyorum. Yoksa soğuyana kadar camı tutamıyorum. Bu yüzden kendimi bildim bileli hep çayı ılıyana kadar beklerdim.


 
 

Birkaç yıl önce bu bardakları görünce aldık ve artık çok şükür fazla ılıtmadan çayımı cam bardaktan içebiliyorum.

 

Çayı beklerken çevreyi izliyordum. Garsonların çay tasıması, aslında insanın dökmeden çay taşıması bana hep mucize gelmiştir. Çünkü gençken çay taşırken hep dökerdim.

 

 


 

Çayı içerken boynumda asılı olan akıllı cep telefonumdan emaillerime baktım. Yeni gelen bir emailin başlığını görünce heyecanla hemen açtım.

 

Yazar Arif Mayalı’dan geliyordu. Gönderdiğim emaile kısa bir cevap yazmıştı. Sevinçten tam beş kez okudum.

 

Evet hayatımı etkileyen üçüncü mektup buydu.

 

Bu mektup değil, email dediniz. E-mail ingilizce bir kelimedir. Anlamı elektronik mektuptur.

 

“Sevgili Celȃl,

Hayat hikayeni gözyaşları içinde okudum. O sorularının cevabına gelince, tabiki olur, evet... Kitap yazarken bazı hususlara dikkat etmek gerek, fakat sen zaten çoğuna uymuşsun.

 

Şimdi, Senden ricam bu hayat öykünü ayrıntılara girerek çok fazla genişletmen. Sende o ışığı farkettim, çünkü çok samimi bir dille ve akıcı bir üslupla yazmışsın.

 

İnşallah gençlere gerçek aşkı anlatmakda, engellilere önyargılı bakışı değişmekte, ve dinimizi sevdirmekte çok güzel örnek olacaksın, buna inanıyorum...

 

Celȃlcim, Sen şimdi bu gönderdiğin hayat öykünü dediğim gibi genişçe yazmaya başla. Önce bir onbeş-yirmi sayfa yazınca gönder. Düzeltmen gereken yerlerle ilgili ben sana bazı fikirler vereyim.

 

Anlaştık değil mi? Hadi bakalım, bekliyorum. Allah kolaylık versin...  Sevgilerimle Arif Mayalı.”

 

 


 

Bu arada telefonum çaldı. Arayan, Ankara’daki komşumuz Efkan Vural hocamdı.

 
 


“Celȃl Ereğli’ye yaklaştık, 30 km kaldı. Sen bana evi nasıl bulacağımı tarif eder misin şimdi?”

 

“Hocam zaten aramanızı bekliyordum. Şu an bir çay bahçesindeyim. Siz, Ereğli’ye girince beni arayın, zaten o zamana kadar ben akülü arabamla eve varmış olurum inşallah.”

 

Efkan Vural hocamla 1998’te babamın mahallemizde araya araya bulduğu zemin kat daireye taşınmamızla komşu olduk. Kader bizi birleştirdi. Onbeş yıldır komşuyuz.

 

Atalarımız ne güzel söylemiş, ev alma, komşu al, diye... Biz komşularımızı seçmedik, fakat Efkan hocam gibi komşuyu yüzlerce eve değişmeyiz.

 

Büyükşehirlerdeki apartmanlarda komşu komşuya selam vermezken, günümüzde artık komşuluk mu kaldı, diyenlerin bizi tanımalarını isterdim. 

 

Efkan Vural hocam bir öğretmen olup Sincan-Fatih’deki bir lisede müdür başyardımcısıdır. Bu yüzden hocam diye hitap ediyorum kendisine...

 

Efkan hocam benim en iyi dostum, akıl danıştığım büyüğüm, kendime örnek aldığım mütevazi, dürüst, ahlaklı, dindar, çalışkan, Allah'ın inşallah salih bir kuludur.

 

Benim namaza başlamama kolaylıkları öğreterek vesile oldu, dolayısıyla beni Rabbimle buluşturdu. Allah ebediyyen razı olsun. Zaten ileride bu konuyu detaylı anlatacağım. Allah bizleri sevdiklerimizle birlikte cennette de ebedi komşu etsin.

 

Akşam yemekten sonra Efkan hocamla balkonda çay içerek sohbet ettik. Hocam biliyor musunuz, bugün yazar Arif Mayalı’dan bir email aldım, dedim. Oo merak ettim Celȃl, ne yazmış, dedi.

 

 

 


 

Efkan hocam emaili telefonumdan dikkatlice okuyunca dedi ki:

 

“Peki Celȃl, çok sevindim, evet aslında bende aynen öyle düşünüyorum. Hepimize örneksin.”

“Estağfirullah hocam, asıl benim örnek aldığım sizsiniz.”

 

Celȃl sen gerçekten yazı yazmakta kendini epey geliştirdin.

Hocam teşvikleriniz sayesinde hamdolsun.

Celȃl sende o yetenek vardı. Ben sadece teşvik ettim.

 

Hocam eğer ısrarla bana yazı yaz, deyip yönlendirmeseydiniz o kabiliyet hiç ortaya çıkmayacak ve körelecekti, ve de gelişmeyecekti.  Allah razı olsun hocam.

 

 


 

Celȃl aslında ben de sana hayatını yaz diyecektim ama yorulup hastalığın ilerler diye korkuyordum.

İlerlesin hocam üç günlük dünya. Yasin suresi 12. Ayet gibi benden bir iz kalsın hocam inşallah.

Celȃl merak ettim yazara ne yazmıştın 

 

Hocam sizede bcc yapmıştım. Okumadınız sanırım.

Okumamış olabilirim ne zaman göndermiştin?

Hocam bir ay önce herhalde.

 

Dediğim gibi okumadım, okulun kapanma haftasıydı, karne falan epey yoğundum.

Peki ne yazmıştın, Celȃl?

 

Hayat hikayemi yazdığım on sayfa yazı vardı ya, onu gönderdim ve önce şunu sordum.

Arif bey bu hayat hikayesi sizce kitap olur mu? Yani okuyan gençlere örnek olur mu yaşadıklarım? İnanın amacım tanınmak yada para değil, Allah’ın rızası sadece....

 

Celȃl ben de inanıyorum çok iyi bir örnek olursun. Arif bey seni kırmayıp olur demiş, ama Celȃl kendini çok şartlandırma kitap basılacak diye. Üzülmeni istemiyorum.

 

Yok hocam Allah nasip ederse olur, olmazsa zaten nasip etmemiştir, imanımız var elhamdülillah hocam.

Evet Celȃl çok şükür, senin üzülmeni istemiyorum.

 


Hocam zaten ben Arif Mayalı’nın birçok kitabını okudum. O, olur dedi ama biliyorum ki, bu kitap basılmaz, dediğiniz gibi o beni kırmak istemedi.

 

(Kırılmamızdan korkmadan yüzümüze karşı eleştirenler gerçek dostumuzdur. Bizi gerçekten seviyorlar ki, üzülmemizi istemiyorlar. Böyle eleştiren dostlarımıza asla darılmamalıyız. )

 

Efkan hocam, Nereden biliyorsun Celȃl? dedi.

 

Arif Mayalı’nın bütün kitapları gerçek hikayelerdendir. Çoğunun sonunda başkarakter ölüyor.

 

Benim hikayem ise henüz bir neticeye bağlanmadı. Arif bey dindar biri, Yani hocam, engelliyim diye beni kırmak istemedi...

 

Celȃl sen çok ince düşünüyorsun. Hem illa ölüm mü olmalı? Filmlerde görüyoruz, bazı filmler mutlu sonla bitiyor, ama bazısının sonu da izleyicinin hayalgücüne bırakılıyor.

 

Evet hocam öyle ama...

 

Aması yok Celȃl, sen emeklisin, hergün yarım sayfa yazsan bir-iki yılda bitirirsin. Acele etme. Şimdi Ereğli’de tatil yap, inşallah eylülde Ankara’ya dönünce başlarsın tamam mı?

 

Hocam ben burada da blog sayfam için köşe yazıları yazıyor, listemdekilere mailler gönderiyorum. Tatil denmez hocam, Ankara’daki gibi sadece Cuma çıkıyorum ve memleketimizin temiz havasını alarak bayram yapıyorum.

 

Evet onaltı yıl çalıştın, burada dinlen demek istedim, tatil değil, haklısın, zaten Cuma, müslümanların ve özellikle senin bayramındır Celȃl.

 

Tamamdır hocam ben neleri yazacağımı burada düşüneyim, Ankara’ya dönünce başlarım inşallah.

 

Evet Celȃl, aklına birşey gelince hemen bilgisayara not al, unutma. 

Tamam inşallah Hocam, Arif Mayalı’nın mailine ne cevap göndereyim?

 

İşte konuştuğumuzu yaz, ben şu an Ereğli’deyim, burada düşüneceğim. İnşallah eylül sonuna doğru Ankara’ya dönünce yazmaya başlayacağım gibi yazabilirsin.

 

Peki tamam Allah razı olsun hocam iyi ki varsınız. Sizi seviyorum.

Sevgimiz karşılıklı Celȃl, bende seni seviyorum.

 

Yol yorgusunuz hocam, isterseniz yatalım, yarın Ereğli’yi gezmeye başlayalım inşallah.

Peki Celȃl, Allah rahatlık versin.

 

 


 

Efkan hocamgille birlikte o haftasonunda Ereğli'yi dolaştık. Tabi bizim arabamızla. Türk geleneğinde misafir baştacıdır.

 

2009'da hastalığım ilerleyince babacığım krediyle bu geniş aracı almıştı. Ben, tekerlekli sandalyemle yine arka bagaj kısmındaydım.

 



Beş kişi Efkan hocamgil, yeğenim İrem le birlikte dört kişide biz arabada dokuz kişiydik. Önce Toros dağları nın eteğinden çıkan İvriz pınarına gittik.

 

Ben sandalyemle çıkamadım fakat Efkan hocam suyun ilk çıktığı yere kadar çıkıp pınarbaşında öğle namazını kıldı.

 

Sonra İvriz Kabartma anıtına geldik. Bu hititlerden kalma bir kayanın üzerine yontularak kabartma şeklinde bir resim gibiydi. 5000 yıllık olduğu yazıyor.

 

Bu kabartmada bir elinde üzüm salkımı olan bir tanrı! ve ona dua eden kral tasvir edilmişti.

 

O zamanlar burda geniş üzüm bağları varmış, bereketin sembolüymüş. Şimdi az da olsa yine üzüm bağları vardır. Anıtın kenarında çağlayan şeklinde akan İvriz çayının serin havası eşliğinde oturup sohbet ettik.

 

Evet Efkan hocamın az yukarıda namaz kıldığı kayalardan çıkan o azıcık su, dere yatağının kayaları altından da çıkarak anıtın orda müthiş çoğalıyordu.

 

Efkan hocam Ereğli’yi çok beğendiğini belirtti. Hocama aslında eskiden daha güzel olduğunu ama nasıl bozulduğunu anlattım. Bu konuya ait bir tespiti ileride paylaşacağım.

 

Sonra babamın köyüne gittik. Orada babamın teyzeoğlugile, yani erkek kardeşimin kayınpederine uğradık. Yemek yedirmeden bırakmayız, dedi.

 


Yengem Değer’in annesi sıkma yapacakmış. Bize bekleyin, Konya’mızın sıkma böreğini tadın inşallah,  dedi. Sıkma hazırlanana kadar babamgille beraber hocamgil akrabalarımızı gezdiler. Çocuklar sıkmayı çok sevdiler, epey yediler.

 

SONRAKİ BÖLÜM    ---              ---   ÖNCEKİ BÖLÜM

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder